18 Mart 2010 Perşembe

Türk Sinemasında Kürtler


Türk Sinemasında Kürtler’ Müslüm Yücel’in Agora’dan çıkan son kitabının adı. Yazarı, daha önce basılan şiir ve inceleme kitapları da olmasına rağmen, ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ adlı çalışmasıyla tanımıştım. Beklediğimden daha iyi ve oylumlu bir kitap olması ve bu son kitabının iddialı ismiyle de dikkatimi çektiği için okumaya başladım ama hayal kırıklığına uğradım.

Yücel kitabında, Fuat Uzunkınay’dan Merkez Ordu Film Dairesi’ne, Metin Erksan’dan Yeşim Ustaoğlu’na, Atıf Yılmaz’dan Yılmaz Güney’e, Şerif Gören’den Yavuz Turgul’a uzanan geniş bir perspektiften Türk sinemasında Kürt’leri incelemeye çalışmış. Böyle bir iddiasının olması tabii ki sevindirici fakat daha kitabın ismiyle beraber başlayan ve Kürt milliyetçiliğine kayan yorumlarıyla, sanki aynı coğrafyanın değil de iki ayrı ülkenin sinema kültürünü karşılaştırmaya çalışıyormuş gibi bir izlenim oluştu bende. 

Yazar, kitabın genelinde doğal olarak Kürt imgesini ön planda tutuyor. Fakat ele aldığı filmleri salt filmlerdeki Kürt karakterler üzerinden ‘iyi’ veya ‘kötü’ olarak değerlendirdiği için, -belki de bilinçli bir tercihle- teknik ve sinematografilerine girmiyor.’Büyük Adam Küçük Aşk’ filmi için yaptığı yorum da bunu destekliyor. Bu tercih de ‘Kürt imgesi yoksa film, film değildir’ gibi tehlikeli bir sonuca çıkabiliyor. Kuşkusuz tüm filmleri övmüyor Yücel. Örneğin, bir Kürt efsanesi olan Mem-û Zin uyarlamasının özünden uzaklaşıp, bir aşk filmi gibi yansıtılmasını eleştiriyor. 

Kitap ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Sinema’ bölümüyle başlıyor. Belki de giriş bölümünü uzun tutmak amacıyla konu, sinemaya gelene kadar müzikle idare ediyor… Beyaz Gül Kırmızı Gül ve Yallah Şoför türkülerinin Kürtçe olmasına rağmen Türkçe söylendiği için ‘hit’ olduğunu da yine uzun tutulan bu giriş bölümünden öğreniyoruz. 

Müslüm Yücel’e göre; 70’lerden sonra Kürtler de Türk sinemasına hem oyuncu, hem de yapımcı olarak girmişler. 50’li yıllarda çekilen filmlerde ise, Kürtler, köy filmleri etrafında gelişen gerçekliğin bir parçası olarak kalmıştır. Çünkü bu filmler köy gerçeğinden uzaktırlar ve köy sadece dekordur. 

İzleyenlerin de anımsayacağı gibi, Atıf Yılmaz’ın Dağları Bekleyen Kız’ında hikâye Teğmen Adnan ile Zeynep arasında geçer. Adnan cesur ve yakışıklı, Zeynep ise kötüdür… Müslüm Yücel bu film için şöyle der: ‘Dönemin egemen bakış açısı budur: Kendini açıklamak için, başkasını yok saymak, bu da yok etmenin başka bir biçimidir.

‘Kuma’da ise; karısı çocuk doğuramayan ve parası ancak kör bir kızı kuma getirmeye yeten Ali’nin hikâyesi vardır. Kör kuma Zeliha hamile kalınca, ilk eşin üzerine oyunlar oynamaya başlar ve ilk eş Hanım’ın adı köyde fahişe’ye çıkar. Yücel’in bu filme dair yorumu çarpıcıdır: ‘Atıf Yılmaz’ın sunduğu reçete şudur: Ali ekonomik sıkıntılardan dolayı kente gider, burada çalışır, gözleri açılır. Kent hayatı bilinçlenmenin merkezidir. Ancak ayrıntılar arasında bir hayalet gibi gezinen köyün ağzı, kadına bir sıfat bulur: fahişe. Oysa gerçek tam tersidir. Fahişelik tarihsel olarak köyle değil kentle; kapitalizmin kültürel hayata egemen olmasıyla başlar… Atıf Yılmaz inandırıcı olmayan bir konuyu, toplumsallık tulumuyla kente indirdiği bir işçide yakalamıştır.’ Yine bir Atıf Yılmaz filmi ‘Adak’ için ise; ‘Çocuğunu katleden bir babanın hangi kökenden geldiği, geçirdiği cinnetten daha önemli bir hal almıştır’ der. Bir diğer haklı tespitindeyse; ‘Kişilerin kim olduğu belli değildir, yalnızca nereden geldikleri belirtilir’ diyerek, Kürt emekçilerinin beyaz perdeye ağırlıklı olarak nasıl yansıdığını ve uygulanan sansürü yeniden gündeme getirir.

Müslüm Yücel, ‘Ağrı Dağı Efsanesi tümden Kürtleri anlatan bir filmdir. Film Kürtçe çevrilmiş olsaydı, kuşkusuz kimse buna bir Türk filmi diyemezdi’ gibi iddialı yorumlarla da okuyucusuna ufak sürprizler yapıyor.
Bu gibi zaman zaman parlayan iddialı yorumlar kuşkusuz kitabın geneline yayılabilse çok daha faydalı ve zihin açıcı bir eser olabilirdi fakat yazar, incelediği filmlerin birçoğuna kendi yorumunu getirmek yerine, konularını anlatarak ve bunun üzerinden bir eleştiri getirerek kitabın ritmini düşürüyor.

Kitapta en çok sayfayı tahmin edileceği gibi Yılmaz Güney dolduruyor. Ancak yazılanlar Güney’in sinemasına ait yeni bir açılım ve düşünce geliştirmekten uzak kalıyor. Ayrıca Güney’in Yol, Sürü, Duvar’ından ziyade gangster filmlerine gerektiğinden fazla sayfa ayrılmasını da bir eksi olarak not edebiliriz.

Yazarın bazı konu başlıkları ve girdiği detaylar ise bütünlüğü olumsuz etkilemiş: Yücel, değindiği filmlerin dışında, yönetmen ve oyuncuları da ayrı başlıklar altında incelediği için bazı filmler hakkındaki yorumları sayfalar arasında sıkça tekrarlanmış. ‘Türk Mafyası, Türk Sineması ve Kürtler’ başlığında ise konuyu bazen magazine kaydırdığı için gereksiz yere dağıtmış. Kemal Sunal, Şener Şen ve İlyas Salman üzerinden yaptığı ‘Kürtler Güldürüyor, Kürt Gülme Konusu’nda da kullanılan şiveyi merkeze aldığından hem başlık hem de içerik çok zorlama gibi duruyor. Kitabın son başlığı olan ‘Savaş Estetiği ve Sinema’ ise kitabın bütünlüğünü bozan başka bir etken.

Kitaptaki imlâ ve dizgi hataları ise Agora’ya yakışmayacak kadar çok. Yılların ‘Tuncel Kurtiz’i önce Tuncel Kutriz (s.139), sonra Tuncer Kutriz(s.145) olmuş. Memet Fuat ise ‘Mehmet’ (s.30). Hatalar bunlarla da sınırlı değil maalesef. Onlarca kez yapılan imlâ hataları, birleşik yazılan bağlaçlar, ‘defalarca kez okudum’(s.238), ‘sinema salonları Güney’i sinema salonlarında alkışlamışlardır’ (s.161) vb. anlamsız cümleler, küçük harfle başlanan özel isimler, Münir Özkul yerine ‘Minir’ yazmalar kitap okumayı işkenceye çeviriyor. Agora gibi iyi satan ve özellikle sinema ile ilgili birçok kitap çıkaran bir yayınevi, Temmuz 2008 baskılı ‘Türk Sinemasında Kürtler’in ilk baskısıyla sınıfta kalıyor. Umalım ki bu hatalar kitabın diğer baskılarında düzeltilsin. 

Yazar, siyasi bir tavır ortaya koymaya çalışsa da, sanki biraz aceleye gelmiş izlenimi veren son kitabında, bu tavrını sonuca ulaştıramamış. Başta değindiğim gibi kitap; milliyetçiliğe kaçan ve Kürt sorununa dair yeni bir şey söylemeden, sosyalist bir Türkiye’de Türk-Kürt kardeşliğine, bunun sinema ve diğer sanat dallarına nasıl yansıyabileceğine değinmeden, Kürtler üzerine düşünmüş; Kürtleri politik ve kültürel olarak sinemalarına yansıtan yönetmenleri sıralayarak şöyle bitiyor: ‘Sırada ise Kürtlerin kendisi vardır.’ 

Ben de yazara ufak bir düzeltme yapmak istiyorum: Sırada bu ülkenin tüm emekçileri vardır. Olmalıdır! 

10.01.2009 / www.sol.org.tr

Hiç yorum yok: