19 Mart 2010 Cuma

Edebiyat-ı Cedide'nin Otopsisi



Hikmet Kıvılcımlı’nın Türk siyasi tarihine verdiği eserler ve siyasi yaşamı hâlâ tartışılmaya ihtiyaç duymaktadır. Kıvılcımlı’nın örgütlü ve örgütsüz olarak iki evrede incelenmesi gereken siyasi yaşamında; 1933 tarihli ‘Yol’, ‘Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi’(1935) ve 1936 tarihli ‘Ünlü Marksizm Kalpazanları Kimlerdir’ politik olarak en ileri olduğu döneme denk düşer. Üzerinden 73 yıl geçtikten sonra bile güncelliğini kaybetmeyen ‘Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi’ hem o dönemin edebiyatına Marksist bir eleştiri getirmesi, hem de Kıvılcımlı’yı anlamamız açısından tarihi bir değer taşımaktadır.

Dönemin Edebiyatına Bakış

“…Hani, Abdülhak Hamit diye ölü bir şairimiz vardır. Binlerce mısra dizmiştir. Ama, okunmaya değer yüz mısraını zor bulursunuz. Öyleyken çağdaşı şairler onu hiç anlamamışlar, hep göklere çıkarmışlardır. -Namık Kemal, Tevfik Fikret, Necip Fazıl örneklerini veriyor- Bu yersiz övgüleri okuduktan sonra, şairlerin her zaman şiirden anladıklarını söyleyebilir miyiz? Hele, Hamit’in gerçek değerini ilk ortaya koyanın Nurullah Ataç olduğunu öğrenirseniz, zevk-i selim sahibi eleştirmenlerin şairlerden daha çok şiirden anladıklarını düşünmez misiniz?”1

Servet-i Fünun dergisinin başına Tevfik Fikret'in gelişiyle beraber şekillenmeye başlayan Edebiyat-ı Cedide (E.C), 2.Abdülhamit dönemi içinde yer alması sebebiyle içe dönük bir yapıda vücut bulmuştur. Bu dönem edebiyatının ve edebiyatçısının bakış açısı belki de bu yüzden hayal kırıklığı, karamsarlık, aşk ve melankoli gibi sabit başlıklar altında okuyucuya sunulmuş, toplumsal olaylara uzak kalmayı tercih etmiştir.

Toplumsal olaylara ve halka uzak kalmayı yeğleyen E.C’ciler, dönem Avrupa’sının yenilikleri peşinden koşmuş, özellikle şiirde aruz vezni kullanmakla beraber, nazımı nesre yaklaştırmışlardır. Tanzimat dilinin sadeliğini reddederek ağır bir dil kullanan E.C’ciler 'sanat sanat içindir' i şiar edindikleri için kafiyenin göze değil kulağa hitap etmesini tercih etmişlerdir. Özellikle dilin ağdalı ve ağır olması eleştirilerin ortak noktasındadır. Hikmet Kıvılcımlı'nın kitabına giriş yapmadan önce, kitabında dipnot olarak bulunan bir değerlendirmeyi de yeri gelmişken belirtelim: 'E.C’nin 17 sözünden 8-9’unu, bir önceki neslin Tanzimat Edebiyat'ının 17 sözünden 1 tanesini anlaşılmaz bulduk.'

Fransız Sembolist ve Romantiklerinden etkilenen E.C'ciler'in eleştirilen bir diğer ortak özelliği de; Farsça ve Fransızca'dan çok sayıda kelimeleri eserlerinde kullanmaları, betimlemelerini nesnel olarak yapmalarıdır diyebiliriz. Bu yolu izleyişleri doğal olarak eserlerini halktan soyutlamış ve süslü kelimelerle yalnızca aydın kesime hitap eden bir sanat anlayışı gelişmiştir.

Servet-i Fünun, Garip ve İkinci Yeni akımları da, her yeni akımın bir öncekini reddiyesine dayanan o gizli kuralı kabul etmiştir. Toplumsal olaylara uzak kalarak, birbirinden beslenerek gelişen bu edebiyat akımlarının ortak özelliklerini Asım Bezirci şöyle değerlendiriyor: ‘Her üç hareketin temsilcileri de çokluk devrimci, ilerici sayılmış ve öyle tanıtılmıştır. Bu yersiz -belki de amaçlı- davranış okurları olduğu kadar yazarları da yanıltmıştır: Devrimci eğilim taşımaya umutsuz sanatçılar, salt yenilikçi oluşlarında ötürü tutulmuşlardır. Daha da kötüsü, yenilikçi olmak devrimci olmanın biricik ölçütü sayıldığından, kimi gençler devrimciliği, ilericiliği hep biçimsel yenileşmede aramışlar, toplumsal içerik üzerinde ya hiç durmamışlar ya da pek az durmuşlardır.’

Edebiyat-ı Cedideciler’den bahsederken, Garip ve İkinci Yeni ile ilgili bu değerlendirmeyi almamın amacı, 1935’de yazılan ‘Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi’nde bulunan eleştiri ve tespitlerin hâlâ ne denli güncelliğini koruduğunu göstermektir.

-Halka, onun gerçeklerine ve değerlerine ilgi göstermemiştir;
-Devrimci anlayış ve eylemlerin dışında kalmıştır, kaçış edebiyatı yapmıştır;
-Türkiye’deki oluşuma ayak uyduramamıştır, gericidir;
-Kapalı, soyut, biçimci bir yol izlemiştir;
-Baş eğici, hatta uzlaşmacı çizgiden ayrılmamıştır, diyerek maddeliyor Bezirci, İkinci Yeni’ye eleştirisini.Oysa bu eleştirileri alıp Garip veya Servet-i Fünun’a –daha net bir şekilde söylemek gerekirse- Toplumsal Gerçekçilik dışındaki akımlara yönelttiğimizde büyük ölçüde geçerliliğini koruduğunu görüyoruz. Peki bu edebi yozlaşma içinde Toplumsal Gerçekçilik nerede durmaktadır? Memet Fuat’ın Asım Bezirci, Hüseyin Cöntürk ve Feti Naci’yi yıllıklara almamasına, Yaşar Nabi’nin Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Enver Gökçe’ye dergisinde yer vermemesine tesadüf ve şahsi kırgınlıklar diyemeyeceğimiz gibi, bu bilinçli soyutlamalara rağmen, Toplumsal Gerçekçilik hayatımızın tam ortasında asırlık bir çınar gibi dimdik durmakta, değerini gün geçtikçe arttırmaktadır.

Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi

‘…Ozan, keskin sınıf mücadelemizde kalemini işçi sınıfının davasına işleten, hiçbir çalışmayı, devrimin, ulusal ekonominin hiçbir temasını küçümsemeyen ve hangi konuda olursa olsun propaganda dizeleri yazan kimsedir.’2

‘Hapishane tuhaf yer’ diyerek başlıyor kitabına Hikmet Kıvılcımlı ve bu kitabı yazış sebebini şu naif sebeple açıklıyor: ‘İşte, bu ruh haleti ile, mecburi ve zoraki ‘aylaklık’ içinde iken, karşıma çıka çıka Edebiyat-ı Cedide adlı bir şiir mecmuası çıkageldi ve ben de, onu, bunca ‘zaruretler’ ortasında iş edindi isem, ayıplanır mıyım, bilmem.’

Şiire bakışından başlayarak Kıvılcımlı’nın ironik diline bırakalım sözü:
1-Şiir, hiç işkilsiz, içtimai bir mahsüldür;
2-Fakat, aynı zamanda ferdi bir mahsüldür de…
“Bunda şaşacak bir yan yok. Cemiyet dışında bir kişi nasıl yok ise, kişiler dışında bir cemiyet de, tıpkı öylece, olamaz.(veya kimsenin inanmadığı, inanır gibi görünenlerin bile sahteliğini pek iyi bildikleri bir ‘fert yok cemiyet var’ demagojisidir.) Şiir dahi, bütün insan ürünleri gibi, hem sosyal, hem de ferdi bir üründür. Başka deyimiyle: şiirin baştan başa maddesini, malzemesini, harcını ve zaruretlerini bellileştiren ve veren sosyal duyguları, sınıf duyguları, düşünceleri ve dilekleridir; ama bu madde ve malzemelerden, bu ‘harç’lardan bir şiir yapısı kuran duvarcı şairdir. Bununla birlikte, bu duvarcı kurduğu yapıyı keyfince değil, yine bağlandığı ve benimsediği sosyal gruptan, içtimai kategoriden, yani sınıfından aldığı, duyduğu ihtiyaçlara göre yükseltir. Lâkin, yükseltirken bir cansız, münsak bir ölü, otomat bir homongolos veya bir robot gibi değil, hamarat bir iş gücü, yaratıcı ve yapıcı her insan gibi hareket eder...”

‘…E.C’ciler bile ‘şiir için şiir’ yazdıklarını bar bar bağırır ve sızım sızım sızlanırlarken, başkaları için şiir yazdıklarını manzumelerinin baş tarafına geçirmek gafletinden sık sık sakınamıyorlar: Dikkat edin, hemen bütün cedid edebiyatçılarının şiirleri –biricik okuyanı bari bulunsun diye mi nedir?- hep birer adama armağanlanmıştır.’ Tezine bir dipnot ile açıklık getiriyor Kıvılcımlı: ‘…190 parça yazıdan 60 kadarı hep birer kişiye ithaf edilmiştir.Üşenmeyip sayanlar için besbelli ki, cedideciler birbirleri için olsun yazmışlar.Yazılanların üçte biri ahbaplar arasında okunmuş.’

‘…ama, niçin her çağın şairi E.C’ciler kadar uykusuz geceler, vesveseler, kuruntular, kıskançlıklar, intihar yapmacıkları, kuru hülyalar, boş rüyalar, buhranlar, ölüm dilekleri ve korkuları geçirmemiştir? Bir örneği daha analım. Bugün bir başka insan ‘küme’sinin ümitlerine imrenen bir başka şair: ‘Turrum!turrum!turrum! / makinalaşmak istiyorum’ diye haykırabiliyor…Motor gürültüsü çıkararak makineleşmeye kalkışmak her babayiğidin harcı, her faninin duyacağı duygulardan değil.Fakat, o ruhi halet, kendi çağında, makineler arasında makineleşmiş ve otomatlaşmış insanlar topluluğunun ‘tıpa tıp’ tasviri değil midir?’

Kıvılcımlı, bir burjuva akımı olarak değerlendirdiği E.C’yi ve temsilcilerini yererken şu soruyu yöneltiyor okuyucuya: ‘Cedideci niçin Fransız Edebiyatı’na borçlu çıkmayı, Türk Eserini alacaklı yapmaktan daha şerefli sayıyordu? Cevabı yine kendisi verir: ‘…16. asırda Fransa kapitülasyonları kuruyor.17.asrın son yarısına varmadan 300 Frenk gemisi Osmanlı İmparatorluğu ile alışverişe giriyor.’

Bu tespitin yanlışlığını ispat etmek mümkün olmadığı gibi, E.C’cilerin kendisine kapalı sanat anlayışlarını sadece 2.Abdülhamid’e bağlamak da bizi bir sonuca götürmeyecektir. O dönemde bile edebiyatın içinde etkili olan siyaset, daha sonra gelecek olan akımlar üzerinde de etkili olacak ve çoğunlukla ‘sahibinin sesi’ bir üslupla, gerçekçilikten uzak, biçimci şiir anlayışına kapı aralayacaktır. Buna karşı koyan, ‘Putları Yıkmaya’ niyetlenen yurtsever aydınlar da ‘tehlikeli bir unsur’ olarak sindirilmeye çalışılacaktır.

Üslubu serttir Hikmet Kıvılcımlı’nın.’C.E’cılık ‘salon’larla ‘yalı’larda doğmuş bir zina çocuğudur’ derken, temsilcilerinin gerek ailevi yaşantıları, gerek kendi yaşam standartlarını okuyucuya sunarak burjuvaziyle ilgilerini açıklar. Zaten özünde burjuvazi ve burjuva özentisi olan hangi sanat akımı eleştirilmeyi hak etmez ki? Önemli olan, eleştirileri doğru bir düzlemde sunmak değil midir? Hikmet Kıvılcımlı da yaptığı her eleştirinin, her ithamın altını sağlamca doldurmaktadır. ‘…C.E’cılığın her satırında ve her sözünde, her alandaki kavrayışlarında üstün duran üç özlük görülür’ diyerek maddeler: ‘Panseksüalizm, Melankolizm, Eksantrisizm’ Bu üç özlük sırayla açıklanır kitapta…

‘…E.C’ye bütün ölüm teri döktüren de, Osmanlı yıkılışının altından kendi sınıfi doğumunu kurtaracağına bir türlü inanamayışı ve bu yıkılış altında kalarak şu acundan göçüp gideceğini sanışı değil miydi?...Şu halde Osmanlılıkla birlikte bir rejim yıkılıyordu. E.C sınıfları içindeki burjuva unsuru, bu yıkılışta kendi gücüne güvenmeyecek kertede Avrupa düşkünü olduğu için eksantrik bir melankolizm edebiyatına uğradı.’

73 yıl önceden böylesine yol gösterici bir eserle bize seslenen Hikmet Kıvılcımlı, ürettikleriyle güncelliği kaybetmeyecek, yeni nesillere tanıştırılacak bir siyaset ve fikir adamıdır. Günümüz yoz edebiyatının ve edebiyatçısının alması gereken dersler vermektedir bu eserinde ve yine ders olması gereken bir ‘sonsöz’ ile –E.C’yi tarif ederek- bitirmektedir kitabını: ‘Karanlık, skolastik derebeylik Türkiyesi’nden burjuva sosyal düzenine, kapitalist rejime atlamak isteyip de bir türlü atlayamayan, kendi pısırıklığı karşısında yamanlar yamanı bir bedbinlik, ecnebi kudreti önünde yamyassı ve aygın baygın bir hayranlık ile saçını başını yolarak hüngür hüngür ağlayan Osmanlı burjuvazisinin üstün ruh haleti, üstün psikolojisidir.’

Halkından bu kadar uzak, gittikçe yobazlaşan, günümüz kelime dansözlerinin bu yazdıkları kimin ruh haleti ve psikolojisidir?

1- Asım Bezirci–Bilimden Yana Sosyalizme Doğru / Cem yy.,1976
2- Mayakovski – Saf Şiir Yoktur / Broy yy.


Sanat Cephesi / 24, Mart-2008

Hiç yorum yok: