20 Mart 2010 Cumartesi

Her Temas İz Bırakır

"...Benim yüzüm bantlıydı, katilleri kokusundan tanıyorum. Bu arabada da var aynı koku" (s.272)
 
Emrah Serbes 1981 doğumlu genç bir yazar. 'Bir Ankara Polisiyesi' olan ilk romanı ile karşı karşıyayız: "Her Temas İz Bırakır."

Yazının başında; Emrah Serbes'in çok temiz bir Türkçe'si olduğunu belirtmek gerekiyor. Sanırım ilk romanın da verdiği heyecanla kullandığı bazı klişe tabirler olsa bile, ironik dili, yerinde kullandığı espri ve politik göndermeleri ile bunu örtüyor: "Ağlayıcılara tek tek göz gezdirdi. Böyle ortamlarda, en çok ağlayanlar ya ölünün en uzak tanıdıkları ya da şüphe çekmemek isteyen katilin kendisi olurdu" (s.43). Bir anlamda, üç doğrusu, bir yanlışı götürüyor.

Bu Ankara Polisiyesi, bir dedektif romanı değil. Cinayet Bürosu'ndaki polis ve amirlerinin maceralarını, onların o alıştığımız 'polislik' halleriyle anlatıyor. Bunu yaparken de, olabildiğince politik bir duruş sergiliyor:
" 'Hangisi atmış kızı aşağıya' diye sordu. Harun güldü: 'Bilmiyorum, birinin yaralamadan kaydı var. Birinin de narkotikten. İki tane de Tunceli doğumlu var." (s.21)
"Tabii koordineli çalışıyoruz. Büyük operasyon, önce beyin takımını topluyoruz... Bunların şeceresine baksan, hepsi Ermeni dölü çıkar"
"Devlet bana silah vermiş, demiş ki beni koru. Ama ben devleti parçalamaya çalışan adama sıkamıyorsam o silahı... Kullandırmayacaksan niye verdin bu silahı bana?" (s.132) 

Romanın kahramanları: Behçat Ç. ve ekibi... Başkomiser Behçat Ç. oldukça öfkeli "Kendisine faşist dediği için Berna'yı (kızı) odaya kilitlediği günü düşündü", 216 sigarası içen, kızı ve karısı tarafından sevilmeyen bir aile babası. Hal böyle olunca da, vay suçluların haline... Çünkü Behçat Ç. bir cinayet esnafı... 

Emrah Serbes, ilk romanı olmasına rağmen, polislerin gözüyle olayları yansıtmakta oldukça başarılı sayılır. Hatta inceden inceye onlarla dalga geçtiği bölümler, zeki bir yazarla muhatap olduğumuzu gösteriyor: "Ceza yazmaya hazırlandığına göre, demek ki hâlâ akademideki en aval adamları trafik polisi yapma geleneği sürüyordu" (s.40)

-Niye polis oldun?
-Asker olamadığım için.
-Nasıl yani? Ya asker ya polis, başka bir ihtimal yok muydu?
-Bizim aile böyle. Egemen sınıfların çıkarını korumak için yaratılmışız. (s.219) 

Yukarıda bahsettiğim 'polislik hali'ni, sorgu odası, küfür, hakaret ve sindirme girişimlerini okuyucuların merakına bırakmadan önce, iki örnek vereyim:
"Irak İşgali'yle ilgili bir afişin altında botlarını sildi" (s.81)
"Bu kızın babası sendikacıymış(...) 1991'de gözaltına alınmış, bizim 1.şube galiba, gözaltında intihar etmiş. Şüpheli..." (s.186) 

Yazar, her ne kadar kitabın girişinde: "Bu roman bir kurmaca ürünüdür. Adı geçen kişi ve kurumların gerçek yaşamdaki benzerleriyle uzaktan yakından ilgisi yoktur" şeklinde zekice bir açıklama yapmış olsa da, bir polisiye'den beklenen o karmaşık olay örgüsünden ziyade, diyalog ve 'polis olma hali'ne ağırlık vermiş. Bir bakıma iyi de yapmış. Malum 1 Mayıs yaklaşıyor ve halkımız hâlâ 'teşkilat'ı 'Arka Sokaklar' dizisindeki gibi sanıyor. 

Bitirmeden bir son not düşüyorum: Emrah Serbes; Philip Marlowe'a dikkatli polisiye okuyucularının dikkatinden kaçmayacak şekilde yaptığı gönderme ve "burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi' diyen Tezer Özlü'yü yad etmesi ile de artı bir puanı hanesine yazdırıyor. 

02.05.2009 / www.sol.org.tr

Hiç yorum yok: