18 Mart 2010 Perşembe

Dünyayı Anlamanın Yegâne Yolu: Şiir



Önünde uzanan ve söylenecek pek çok şeyin –belki de- söylendiği bir dünya şiir tarihi varken, genç bir şair dizelerine nasıl yön vermelidir? Bunun cevabı basit olduğu kadar, aslında, içinden çıkılamayacak bir sarmala da dönüşebilir. Peki, basitliği seçmek varken ve bir şiir kitabının ortalama 200-300 arası sattığı bir ülkede, genç bir şair neden kolay yolu seçmemelidir?

Kolay yol, bana göre “öznellik”le eşdeğer olmakla beraber, sarmala gitmesi gereken yol “nesnellik”ten geçer. Bu sorunun cevabını Asım Bezirci şöyle vermiştir: “Burjuvazi, genel olarak, sahici nesnellikten hoşlanmaz. Onun yerine öznelciliği, giderek bireyciliği koymak ister. […] Gerçekliğin, özellikle toplumsal gerçekliğin doğru olarak ortaya çıkarılması ise burjuvazinin işine gelmez. Böylece, üretim ilişkileriyle mülkiyet ilişkileri arasındaki uyarsızlıklar ve onların doğurduğu toplumsal çelişkiler açıklanmış; baskı, sömürü, eşitsizlik, savaş v.b olguların kaynağı belirlenmiş; tarihin sosyalizme doğru zorunlu akışı öğrenmiş olacaktır. […] Bundan ötürü sosyalistler taraf tutmaktan çekinmezler: işçi sınıfının tarafını tutarlar ve bunun hem nesnelciliğe, hem de tarihin akışına, hayatın yasasına uyduğunu iyi bilirler.” Bu, elbette zor olan yoldur. Çünkü bu yolu seçen şair; edebiyatı politikaya bir hizmet aracı olarak görür, görmelidir. Nazım Hikmet’in yolundan giderek “Putları Yıkmayı” ve şairliğinin önüne sosyalist dünya görüşünü koymayı onur meselesi yapar. Şiiri insandan ve toplumdan soyutlamaması gerektiğinin farkındadır.

“[…] burjuva şiiri toplumsal değişim için gerekli olan köklerle ilgisini yitirmiştir. Özü kısırlaşmış, etki alanı daralmıştır. Bir halkın, hatta bir sınıfın sesi olmaktan çıkmış, dar bir arkadaş çevresinin uğraşı olmuştur şiir. Burjuva ozanı sanatına yeni bir yön vermeyi başaramazsa çok geçmeden şiirlerini okuyabileceği kendinden başka kimse kalmayacaktır çevresinde.”1

1980 kuşağı şairlerinin –günümüz gençlerine de sirayet eden- genel algısı ise, çoğunlukla kolay yolu seçmekten yana olmuştur. Depolitize, halktan kopuk ve fildişi kulelere hapsolmuş bir şairler kuşağını; ipekböceğinin kozasını yırttığı gibi, toplumsalcılığa müdahil olarak parçalamak gerekmektedir.

Edebiyat dergiciliğinin can çekiştiği bir ortamda, yayın kurulları tarafından pohpohlanan birkaç genç şair ve öykücü dışında, genç ve “toplumcu” bir edebiyatçı kuşaktan söz etmemiz şu an için pek mümkün değildir. Bu yarılmayı gerçekleştirebilmek için, karşı safları bir şekilde alt etmemiz gerekmektedir. Bu da ancak, toplumsal doğrultudaki “üretimlerimiz” ile gerçekleşebilir.

Bursa’daki maden kazası, Ankara’daki Tekel direnişi, İstanbul’daki itfaiyecilerin eylemi, sel felâketi, Ortadoğu’da süren vahşet ve diğerleri… Bir şair,çağına tanıklık yapması için tüm bu olumsuzlukları, ezilen halkları, öldürülen suçsuz insanları dizeleriyle içselleştirmelidir. Çünkü bu toprağa ve halkımıza bir “söz” borcumuz vardır. Kendisini bu görevden soyutlayanlar zaten anlayamazlar ama sözümüz: şiirdir!

1-George Thomson- Marksizm ve Şiir / Uğrak yy.

AKKÖY / Mart-Nisan,2010

Hiç yorum yok: