20 Mart 2010 Cumartesi

Adresi Yok,New York

“Sokak kafiyelidir. Onun şarkısını söyleyen adamın kalbinde kafiyeli bir şiirdir.” (s.111) 

Lee Stringer tarafından 1998’de yazılmış olan “Adresi Yok, New York”, 2003’te dilimize çevrilmiş bir kitap. Bu köşeye taşınma sebeplerinden biri; üzerinden 11 sene geçmesine rağmen, içinde yer alan yaşamların güncelliğini koruması ve durumun daha da kötüleşmeye başlaması. İkinci ise; Kurt Vonnegut’un yazar hakkındaki referansı.
Stringer’a geçmeden önce; Amerikan sokakları hakkındaki bilgileri Bukowski’nin serseriliği veya Paul Auster’in Kafkaesk üslubu arasında sıkışan okurlara, eğer tanışmadılarsa, Dost’tan çıkan Vonnegut serisini tavsiye etmek isterim. 

“Bekleme odasında geçen sekiz saat ve bu süre boyunca yanı başımda kıvranan Wayne. Fakat oradakiler Wayne’nin işsiz ve sigortasız olduğunu öğrendiklerinde, benim de daha önce yaptığım gibi, onun zahmetini çekmek istemediler. Wayne geldiği gibi iki ayağının üstünde bu hastanenin kapısından çıkabildiği sürece, onu yatırmayı reddettiler.”(s.20) 

Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı gibi Lee Stringer’ın yaşadığı Amerikan gerçeği; bizim aşina olduğumuz ama Amerikan halkı da dahil olmak üzere çoğunluğun görmezden geldiği kapitalist sistemin zaaflarını kapsıyor. 

Stringer kitabında; okuyucuyu edebi bir eser beklentisine sokmadan, yaşanmış gerçekleri ve sokakların hikâyesini -kendi gerçeğini de katarak- anlatıyor. Örneğin; Amerikan rüyasının adalet süsü hâkim ve bölge savcılarının eğitimlerinin bir parçası olarak, hayatlarını bir süre hapishanede geçirmesini öneriyor : “Bırakın kimliksiz bir halde ve hor görülerek hücrelerde otursunlar, bırakın kendilerini üstün görme eğilimleri içlerinden sökülüp çıkarılana kadar kendi işlemlerinin mengenesinden geçsinler. Ve bırakın her adi suçlunun içgüdüsel olarak sahip olduğu bilgeliğe tökezleye tökezleye ulaşsınlar; gerçek adaletin daima şiirsel olduğuna.” (s.64) 

Sokakların ve sokaklarda yaşamak zorunda kalan insanların hikâyesi, hangi ülkede olursa olsun birçok paralellik ve ortak acılar içerir. Bunu içselleştirmiş, “evsiz” olarak sokaklarda yaşamış birinin kaleminden okumak ise, gerçeğin ta kendisidir ve kitabın edebi kısmını silip süpürebilir. 

Yoksullara yardım eden gönüllü vakıfların, yoksul ve evsizler üzerinden nasıl para kazandığını: “Yaşamın dibe vurduğu yerlerde bile her şey para üzerine kuruluydu.” diyerek tanımlayan bir “evsiz” yazardan fazlasını beklemek ise abesle iştigaldir. 

Her yazının, çok uzatmadan ve okuyucuyu sıkmadan yazılacak bir sonu olmalıdır. Kadıköy çarşısında valizleriyle sokakta yaşayan anne-oğul’un hikâyesini yazmak da bir başlangıçla beraber bu yazının sonu olmaya yakışmaktadır. Ya da önlerinden geçerken kulaklarına “de te fabula narratur” diye fısıldamak. 

13.07.2009 / www.sol.org.tr

Hiç yorum yok: