19 Mart 2010 Cuma

Asım Bezirci ve Eleştiri Anlayışı




[...]Bezirci’nin bu incelemelerinin önemi, yalnızca bir şair veya yazar üzerine derinlikle eğilmesinden ve onu bize bir bütün halinde sunmasından ileri gelmiyor; aynı zamanda, sorumlu ve örnek bir öncü-araştırmacı olarak, bundan sonra yapılacak araştırma ve incelemeler için güvenilir bir hareket noktası da oluşturuyor. Gelecekte aynı konulara eğileceklerin işini kolaylaştırarak, güç ve vakit harcamalarını önlemek için, incelediği yazar ve hakkında mümkün olduğunca tam bir bibliyografya veriyor. Örneğin, Orhan Veli hakkında. 300'den çok makalenin, 35 kitabın ve 4 tezin dökümü, bütün ayrıntılarıyla yer alıyor kitapta. Bezirci, yalnızca bu tutumuyla bile, gerçek anlamda nesnel ve özgeci bir araştırmacı olduğunu gösteriyor.” 1

Asım Bezirci Kimdir?





Bu sorunun cevabına internet vasıtasıyla çok kolay ulaşılabilir elbette. Nerede, hangi yılda doğduğu, kaç kitabı olduğu, hangi partide siyasi mesai yürüttüğü, kaç yaşında ve nasıl öldüğü...'Asım Bezirci kimdir?' sorusu 1993'de yanarak can veren 37 insanımız gibi, 'nasıl öldüler?'e verilecek cevapla başlıyor aslında ve cevabın yakıcılığı ile çıkarılan yangının ilişkisi 'ironi' olmanın ötesine geçiyor.

Asım Bezirci, bu ülkede yakarak öldürülen bir aydın mıdır sadece? Araştırmacı, eleştirmen, çevirmen ya da 67 yıllık yaşamına 70 kitap sığdırmış ve sosyalist düşünceyi tüm yaşantısında ve eserlerinde uygulamaya çalışmış bir hayalperest mi?

Ferit Öngören şöyle tanımlıyor Bezirci'yi: ''Eleştirmenin iki şeye ihtiyacı vardır: Zaman ve para. İkisi de bende yok!' diyen Bezirci, bu açığını yıllarca o muhteşem sabrı ile kapatır.[...]Diyelim ki bir denizi geçeceksiniz. Ama ortada tekne yok. İşte Asım kalkıyor, önce bir kayık yapmaya girişiyor. Sonra küreklerin başına oturup çeke çeke ulaşacağı yere varıyor. Kitaplığa da tıpkı böyle giriyor, aylarca kitapları, dergileri, gazeteleri tarıyor. Bir araştırmacı kesiliyor. Sonra evine kapanıp incelemeci oluyor. Bunlar bitince oturuyor masanın başına, eleştiri ile denemelerini yazıyor.'' 2

Yazının girişinden de anlaşılacağı üzere konumuz; Asım Bezirci'yi tanımayanlara, tanıyıp da unutanlara veya unutmak isteyenlere hatırlatmak! Bu yüzden yazımız Bezirci hakkında bir inceleme, çağdaşı olan eleştirmenlerle ya da kendisinden önceki ve sonraki eleştirmenlerle kıyaslama yapma amacını taşımıyor. Bu çok detaylı incelenmesi gereken, başka bir yazının konusu olabilir ancak. Yine de, Fethi Naci ile birlikte 'nesnel eleştiri' yöntemini benimseyen Bezirci'nin, işin kolay tarafında duran 'öznel eleştiri'cilerle arasındaki farkı anlatmak, bu iki görüş arasındaki zıtlıklardan yola çıkarak; Bezirci'den alıntılarla, kitaplarında kendisini ve düşüncelerini anlattığı şekilde, ilk ağızdan buraya taşımak, onu tanıtmak veya hatırlatmak için yeterli olur umarım.

İzlenimci(Öznel) Eleştiri

Anatole France kuramı şöyle anlatıyor: 'İyi bir eleştirici, şahaserler arasında kendi ruhunun serüvenlerini anlatır. Nesnel sanat olmadığı için nesnel eleştiri de yoktur. Eserine kendisinden başka bir şey koymakla övünenler çok aldatıcı bir kuruntunun kurbanıdırlar.' 3

Okuyucunun, doğal olarak da eleştirmenin eser karşısında -iyi, kötü, beğendim, beğenmedim- gibi değer yargılarını esas alan 'öznel eleştiri'yi benimseyen, başta Nurullah Ataç olmak üzere pek çok eleştirmen; eser hakkında verilen yargılarda, eseri, hangi nedenlerle beğendiğini veya kötü bulduğunu genelde açıklamaz.Konunun tek hakimi olarak görür kendisini ve derinine inmediği yargılarının gerekçelerini açıklamadığı halde okuyucudan kendi 'engin' bilgisine koşulsuz itaat ister.Bu sebepten dolayı da Asım Bezirci tek parti döneminin kadrolu eleştirmeni Ataç'ın tam karşısında yer alır.Ataç'ın yüzeysel, izlenimci ve derinlikten ziyade kişisel beğenilerini ön plana çıkarmasına karşı Marksist Eleştiri'yi merkeze alarak nesnelliği yüceltir.'Sanatın gideceği yerlere sanattan önce gidebilen bir eleştiri düşünülebilir mi?' diyerek Öznel Eleştiriye payanda vazifesi gören -Bezirci'nin tabiriyle 'soldaki sağcı'- Memet Fuat'ın Nesnel Eleştiriye tavır almasının altında da bu gerçek yatıyor kuşkusuz.

Listeyi Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Sabahattin Eyüboğlu ve Doğan Hızlan gibi isimlerle uzatmak mümkün ama yukarıda da yazdığım gibi amacım Fethi Naci ve Asım Bezirci ile diğer eleştirmenleri karşılaştırmak veya çözümlemek değil...

Asım Bezirci, Anatole France'ın teorisini çürüterek İzlenimci Eleştiri'nin sakıncalarını şöyle dile getiriyor:

'Bilindiği üzre öznelcilik oldukça sakıncalı bir tutumdur.Çünkü, çokluk uzaklaştırır eleştirmeni eserden, iç evrenine sığınmasına yol açar.Bunun sonucu eleştirmen:
1- Eseri öne sürerek kendini anlatmağa, içini dökmeğe, özel duygu ve düşüncelerini belirtmeye yönelir, eleştiriden ayrılarak özyaşam ve ruhbilime kayar;
2- Eseri bahane ederek bir başka eser yaratmağa, güzel bir üslup kurmağa, sanatsal yazılar kaleme almağa yönelir, eleştiriden ayrılarak edebiyata çokluk da denemeciliğe kayar;
3- Bilimsel verilere sırt çevirerek tek kişiye özgü bir göreceliğe, hatta bir çeşit dogmacılığa, mutlakçılığa yönelir, eleştiriden ayrılarak yanlışlığı artık anlaşılmış bulunan felsefi düşüncülüğe ya da yalnızbenciliğe kayar;
4- Sistemli, disiplinli ön çalışmalardan, uzun araştırmalardan, karşılaştırmalardan kaçar, kolaya yönelir, çözümlemeden ayrılarak gerekçesiz yargılar vermeğe kayar;
5- En kötüsü, eseri birtakım kişisel güdülere (çıkarlara, bağlantılara, amaçlara, dostluklara, düşmanlıklara, duygulara) göre yargılamağa yönelir, tarafsızlıktan ayrılarak -gerçek ya da ahlâk dışı- bir alana kayar'

Nesnel Eleştiri

Eleştirmenin, eleştirdiği yazın ya da sanat yapıtını kendi beğenisine göre değil, yapıtın taşıdığı yazınsal ya da sanatsal değere göre değerlendirmesi Nesnel Eleştiri'nin başlangıç noktasıdır ve Öznel Eleştiri ile de karşı kutuplarda yer alması bu açıdan olağandır. Nesnel Eleştiri üzerinden tanıtmaya çalıştığım Asım Bezirci; Muzaffer Uyguner'in 'Çok Kapılı Oda' kitabı üzerinden kendisi için yaptığı övgülere tam da nesnelciliği tarif edercesine şu cevabı veriyor:'Ülkemizde eleştiri kuruluş döneminde henüz. Ben ise yolun başlangıcında. Yaslanacağım sağlam bir örnek, bir gelenek, bir destek yok arkamda. İçinde yaşayacağım gölcüğü bile kendim yaratmak zorundayım. Bu durumda nasıl yeterli olabilir insan? Şüphesiz, vardır benim de sürçmelerim, yanılmalarım. Neyleyim ki Uyguner bulamıyor onları. Bulamadığından dolayı da eksiklikten, tekyanlılıktan sıyrılamıyor yargıları, gerçekçi, inandırıcı olamıyor.'5

Öznelciliği eleştirirken, Nesnel Eleştiri üzerinden sosyalizme vurgu yaparak devam ediyor Bezirci:

'Burjuvazi, genel olarak, sahici nesnellikten hoşlanmaz. Onun yerine öznelciliği, giderek bireyciliği koymak ister.[...]Gerçekliğin, özellikle toplumsal gerçekliğin doğru olarak ortaya çıkarılması ise burjuvazinin işine gelmez. Böylece, üretim ilişkileriyle mülkiyet ilişkileri arasındaki uyarsızlıklar ve onların doğurduğu toplumsal çelişkiler açıklanmış; baskı, sömürü, eşitsizlik, savaş vb. olguların kaynağı belirlenmiş; tarihin sozyalizme doğru zorunlu akışı öğrenilmiş olacaktır.[...]Bundan ötürü sosyalistler taraf tutmaktan çekinmezler: işçi sınıfının tarafını tutarlar ve bunun hem nesnelciliğe, hem de tarihin akışına, hayatın yasasına uyduğunu iyi bilirler.'

Sosyalizme uzak ya da sosyalizmle bağını koparmış kişilere 'taraflı' gelebilecek bir yorumdur yukarıda alıntıladığım kısım. Bu durumda şöyle bir soru gelebilir akıllara: Eleştirmenin yanılma payı var mıdır?

Evet, vardır. Ama, Bezirci'nin ve dünya üzerinde nesnel eleştiriyi tercih eden ve bunu Marksizm ile bütünleyen tüm eleştirmenlerin yaslandıkları sağlam bir dayanak varken, diğerlerinin -elbette-kişisel tercihlerinden ötürü böyle bir dayanak noktası yoktur. Eleştirmenin yanılma payı -az da olsa- Marksistler için de geçerlidir elbette. Fakat, yaşadığımız coğrafya için bir sınırlandırma yaparsak; '80 darbesinin etkisiyle suskunluğa bürünmek zorunda kalan -Nesnel/Toplumsal/Marksist Eleştiriyi tercih eden- eleştirmenler, bu suskunluğa karşı fazla çözüm üretememiş, yazdıklarını törpülemek zorunda kalmış veya yayınlatmak konusunda zorluklarla karşılaşmıştır. Bu üretim zaafı; sınıf çatışmalarını ikinci plana atan ve yerine karamsarlık, yalnızlık, cinsellik ve aşk temalarını ikâme eden sanatçıları ve bu sanatçılarla beraber de onları 'entelektüel' benimseyen birçok akademisyen eleştirmeni ön plana çıkarmıştır. Türkiye şartlarındaki bu dönüşüm ve beraberinde üretilen moda! söylemler, nesnelciliğin önünü tıkamakla kalmamış, o dönemde Marksizm'e ilgi duyan bazı eleştirmenleri de 'revizyonist' yapmıştır. Revizyonizmin karşısında, tüm bu olumsuzluklarla savaşan Asım Bezirci, bazı güdümlü kişiler tarafından okuyuculara yanlış tanıtılmış, bir anlamda Bezirci'nin enerjisi ve etkinliği olumsuz yönde etkilenmiştir. Oysa, gayet açıktır Bezirci'nin söylediği ve cevabının peşinde olduğu soru: 'Sanatın sınıfsallığı eleştirinin sınıfsallığına yol açar mı?'

“(...)Edebiyat da ideolojinin bir parçasıdır. Elbette salt edebiyat yoluyla politik hedeflere varılamaz. Fakat edebiyatın da açık ya da örtük desteğiyle söz konusu hedeflere daha kolay ulaşılabilir.”

İşçi Sınıfı'nı ön planda tutan bir sanat elbette saldırıya uğrayacaktır. Özünde Marksizm olan bir sanat dalının bu tür saldırılara karşılık vermesi çok da zor değildir. Nitekim, Sezai Karakoç'un 'Materyalist şiir olmaz' savına verdiği cevapta, maddeci şiirin varlığını örneklerle açıklayan Bezirci, yine Karakoç'un 'Edip Cansever hep eşyayla, eşyanın materyal olan yanıyla, maddeciliğiyle ilgilenir' tespitini şöyle çürütür: 'Ne var ki, Yerçekimli Karanfil'i çözümleyince, böyle bir durumla karşılaşmıyoruz. Anlatının çözümlenmesi yoluyla yaptığımız tarama, eşyadan çok insanla ilgilendiğini ortaya çıkarıyor Cansever’in. Nitekim, kitaptaki 1734 sözcükten 822'sinin (%47) insanla, 376'sının (%21) doğayla, 242'sinin (%13) eşyayla, 65'inin (%3) bilim, felsefe ve sanatla ilgili olduğunu görüyoruz.[...]Yargıları nesnel temellere oturtmak yönünden böylesi bir tutumun yararlılığı ortadadır.'

Eleştiri'nin Bugün ve Yarını

1993'deki Sivas katliamı sonrası, yanarak can veren insanlarımız için üzülmek yetmemektedir artık. Onların halkımız için verdiği mücadeleden, emekten, kararlılıktan daha fazlasını göstermeli, daha çalışkan olmalı ve onları unutmaya çalışanlara ve gelecek nesillere taşımalıyız. Bu bizim hem boyun borcumuz hem de tarihsel yükümlülüğümüzdür. Ülkeyi saran gericiliğe, yobazlığa karşı ölen insanlarımız için ağlayarak zaman kaybetme lüksümüz kalmamıştır. Verdikleri onurlu mücadele; genç sanatçılar için mihenk taşı olmakla beraber, onları her türlü baskıya, gericiliğe karşı örgütlü bir mücadelenin, toplumcu sanatın birer ferdi olmalarının yolunu aydınlatmalıdır. Asım Bezirci'nin öğüdü bu bakımdan oldukça anlamlıdır:'İnsanı toplumsal durum ve rolü içinde, kişisel eylem, duygu ve düşünceleriyle birlikte canlandırmak; bireyi toplum içinde ve toplumla birlikte ele almak: İşte günümüz sanatçısının yürüyeceği bilimsel yol.'

'Eğer yazar egemen sınıfa bağlıysa, toplumu da onun çıkarlarına uygun olarak yansıtacak, okurlarının beğeni, ahlâk ve inançlarını tutucu bir dünya görüşüyle yoğuracaktır. Toplumun değişmediğini, değişmeyeceğini ve değişmesinin gereksizliğini telkin edecektir.' Bu kadar nettir anlatılmak istenen. Siyasetin tarihsel süreciyle sanatınkini birbirinden ayırmak nasıl mümkün değilse, Sivas'ta yanmalarına izin verilen insanlarımızın katillerini egemen sınıfın dışında aramak da mümkün değildir. Bu ülkenin gençleri ve sanatçı adayları bir şeyin farkında olmalıdır: Katliamın üzerinden 15 sene geçmesine rağmen, hiçbirşeyin değişmediğini savunmak, egemen düşüncenin, iktidar sahiplerinin ve onlardan nemalanan asalak beyinlerin savunduğu koca bir palavradır. Bu yalanın girdabına katılmamak için de bizlere düşen tek yol sanatta da örgütlenmektir. Sonunda yanmak olsa bile...


1- Bedrettin Cömert, Barış Gazetesi 1972
2- Rıfat Ilgaz – Çınar yy.
3- Aktaran:Berna Moran,Edebiyat Kuramları ve Eleştiri-İletişim yy.
4- http://ekinbildirgesi.com/
* Yararlanılan Asım Bezirci Kaynakları:
Bilimden Yana Sosyalizme Doğru – Cem Yayınevi, 1976
Çok Kapılı Oda – Ataç Kitabevi, 1961
Halk ve Sosyalizm İçin Kültür ve Edebiyat- Evrensel Basım Yayın


SANAT CEPHESİ / 28, Temmuz-Ağustos 2008

Hiç yorum yok: