19 Mart 2010 Cuma

Poe ve Amerikan Korku Kültürü



İnsanlık tarihiyle eşdeğer olan duygudur korku. İlk akla getirdiği ölüm, karanlık, hastalık olabileceği gibi, sözlüklerde yer almayan anlamlar da yüklenebilir ona; faşizmi ve savaşı beslemek gibi. Dört büyük dinin kutsal kitaplarında, insanları doğru yola getirmek için baskı aracı olma görevini de yüklenen soyut bir düşmandır aynı zamanda…

Cinler, şeytanlar, sırat köprüsü, cehennem ateşi… Ortaçağ’dan başlayan kilise kışkırtmalarıyla günümüze gelen ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanmasına rağmen, avlanmakla bitmeyen cadılar… Korkuyu tetikleyen faktörler ölümden sonrasını değil, bilakis, ölümü merkeze alıyor çoğunlukla. Üstelik Doğu ile Batı’yı ayıran keskin çizgilerden biri de burada ortaya çıkıyor. Çünkü Doğu ölümle mistik bir anlaşma yapmış gibi görünürken, dünyaya ve hayata hükmetmeyi ilk amaç sayan Batılı için ölüm korkusu bilinçaltına yerleşmiş bir acizlik anlamına geliyor. Bu bakış farkı iki kültürün sanat ve edebiyatına da yansıyor.

Edgar Allan Poe’ya bakış

Batılı anlamda modern edebiyatın ilk temsilcilerinden biri sayılan Amerikalı Edgar Allan Poe (1809–1849) bu noktada önemli bir örnektir. Yazdığı korku, bilimkurgu ve fantezi türündeki öykü ve şiirleri; Mallarme, Baudelaire, Rimbaud gibi Avrupalı edebiyatçılara da ilham kaynağı olmuştur. Kırk sene süren kısa yaşamında Poe, küçük yaşta öksüz kalmış, alkol ve kumara kapılmış, belki de bu yüzden, içinden atamadığı düzenli yaşam hayali ve güvensizlikle çekilmez hale gelen yaşamını düzeltebilmek için, 14 yaşındaki kardeş çocuğu Virginia ile evlenmiştir.

Poe’nun yazdıklarının birçok Avrupalı yazara ilham kaynağı olmasının sebebi, sadece hayatında yaşadığı şanssızlık ve olumsuzluklar değildir. Kendi içindeki güvensizliği, korkuları ve paranoyaları birer referans olabilir fakat bence en önemli sebeplerden biri de; Poe’nun, yaşadığı Amerikan toplumunun kaygılarını ve korkularını öykülerinde inanılmaz bir detaycılıkla anlatmasıdır. Poe’nun öykü ve şiirlerinde sonları genellikle ölümle sonuçlanan soylu karakterler vardır. Bu karakterler ise, günümüz birçok aydını gibi çalışmaktan kendisini muaf bırakmış, halktan kopuk, saray yavrusu evlerde yaşayan ve iletişim kuramayan insanlardır. Poe, Amerikan demokrasisinin insanları korkuya sürükleyen yanlarını bize sunar. Diğer taraftan, -tarihsel şartlar göz önüne alındığında- Avrupa’dakinden çok daha önce ortaya çıkan Amerika’nın mental ve ruhsal çözülüşü, güvensizliği ve ülkenin sosyal yapısı da, kendisini izleyen Avrupalı yazarlara referans oluşturmaktadır.

Poe, “Morgue Sokağı Cinayetleri” isimli öyküsünde; seri cinayetler işleyen ve kimsenin anlamadığı bir dil konuşan katil aranırken, tüm insanlara yerleşen paranoyanın bireyleri nasıl yalnızlığa ve kuşkuya ittiğine, karanlık sokakların tedirginlik ve kaygı veren tasvirine şahit eder bizi. Öykünün sonunda ise katil bir goril çıkar.

“Amontillado Fıçısı”nda* ise; öykünün kahramanı Montresor ile kurbanı Fortunato arasında şöyle bir diyalog geçer:
Fortunato: ‘Bu mahzen’ dedi, ‘amma büyükmüş’
Montresor: ‘Montresorlar’ diye cevap verdim.’Büyük ve kalabalık bir aileydi.’
F: ‘Armanız neydi? Unuttum.’
M: ‘Mavi bir tarladaki dev bir altın insan ayağı. Ayak, dişlerini topuğuna geçirmiş bir yılanın kafasını eziyor.’
F: ‘Peki ya düsturunuz?’
M: ‘Bana hakaret eden, cezasını çeker.’

Öyküde; Fortunato tarafından hakarete uğrayan Montresor, kurbanını şarap içmek için mahzene davet eder ve orada bir duvara zincirleyerek, ölüme terk eder. Hem de önüne bir duvar örerek. Bu intikamını gerçekleştirirken de şöyle der: “O’na cezasını vermem yetmezdi, yaptığım yanıma kâr kalmalıydı. İntikam alan kişi bunun cezasını çekecekse, bu intikam alınmış sayılmaz.”

Yazarın, “Diri Diri Gömülüş”, “Usher Evi’nin Çöküşü” öyküleri ve “Kuzgun” isimli şiiri başta olmak üzere, yine temelde ölüm temasına dayanan ve toplumsal korkuları sergileyen eserlerini de incelemek gerekir.

Bunu yaparken farkında olmamız gereken en önemli nokta; Poe’nun iki yüzyıl öncesinden öykü ve şiirleştirerek yaptığı öngörülerin tesadüfî ve sıradan önsezilere dayalı tespitler olmadığıdır. 19. yy. itibariyle yaşamsal korku ve kaygılar kapitalizmin ekseninde yeniden ön plana çıkmış ve yine kapitalizme sırtını dayayarak, üretim ilişkileriyle beslenerek, üstüne koyarak günümüze kadar gelmiştir. İlerleyen teknoloji ile beraber de bir üretim ve tüketim bereketi oluşmuş ve değişen roller çerçevesinde insanlar, meta ekonomisine bağlı çarkların bir parçası olmuşlardır. Marx’ın Manifesto’daki “…modern işçi, sanayinin gelişmesiyle birlikte yükseleceği yerde, giderek kendi sınıfının varolma koşullarının daha altına düşüyor” tespitini eksene alırsak; bireylerde iş ve gelecek korkusu oluştuğunu, beraberinde, başarı kazanmaya ve tutunabilmeye endeksli rekabet ortamının gelişerek, insanlar üzerindeki baskıyı arttırdığını; bu baskının güvensizliği, güvensizliğin de yalnızlığı, yabancılaşmayı ve paranoyayı doğurduğunu söyleyebiliriz. Sanırım yazarın şu sözleri de yazdıklarımı destekliyor: “Toplumlar farklı olabilirler, insanların yetiştirilme tarzları ve yaşayışları farklı olabilir fakat korkuları her zaman aynıdır.”

Amerikan Korku Kültürü ve Poe’nun Evrenselliği

Morgue Sokağı Cinayetleri”nde anlatılan karanlık sokakların, insan beklenen katilin goril çıkmasının ve tıpkı bu goril gibi Amerika’nın güvenliğini tehdit edebilecek King Kong ve benzeri filmlerde işlenen yaratık temalarının, halkın üzerinde yarattığı korku ve tedirginliğin aradan iki yüzyıl geçip de güncelliğini koruması tesadüf olabilir mi?

“Amontillado Fıçısı”nda Poe, Montresor’un ağzından şöyle anlatıyor Fortunato’yu; “Üstünde alacalı bulacalı dar giysiler, başında da çıngıraklı bir külah vardı.” Bu sahneyi, öyküdekine benzer bir intikam duygusuyla Irak’a giren Amerikalılar’ın işkence yaptığı kurbanlarıyla karşılaştıralım. Amerika, kendisine hakaret edeni kendi yöntemleriyle cezalandırmaya girmiştir ve yaptığı da hâlâ yanına kâr kalmaktadır. Burada bize düşen de, bu hikâyenin Amerika açısından mutlu sonla bitmesini engellemektir.

Amerika’nın saldırganlığının arkasında bilinmeyenlerden ve kontrol altına alınamayanlardan korku vardır. Ülkesine giren herkesi bu korku yüzünden fişlemektedir. İnternet üzerinden yapılan yazışmaları kontrol altına alabilmek için 1 yıl süreyle saklanmasını zorunlu kılmıştır. Cep telefonlarıyla yapılan yazışmalar sırf bu korku yüzünden, telefon şirketlerinin verilerinde saklı tutulmaktadır. İnternet üzerinde en çok kullanılan arama motoru Google’ın sözleşmesinde, bilgilerin silinse bile veri tabanında saklanabileceğine dair madde vardır.

Geriye dönüp bakarsak: Kızılderililer’in topraklarına el koyduktan sonra, araziye izinsiz ayak basanı vurma izni çıkarması benzer bir korkunun ürünüdür. Soykırım bitip de, yerliler sindirilince, sıra zencilere gelmişti. İnsan sayılmayan zenci köleler, sahipleri tarafından tehdit olarak algılandı ve doğal olarak ayyuka çıkan ırkçılık Klu Klux Klan gibi kafatasçı grupları doğurdu ama Amerikan toplumu üzerindeki korku bitmedi. Sırada komünizm vardı. Soğuk Savaş döneminde zirveye çıkan komünizm korkusu; ambargolara, Vietnam’ın işgaline ve binlerce insanın ölümüne yol açtı. Sonra Hollywood girdi devreye. Unutulan, unutulmaya çalışılan düşmanlara karşı milliyetçi bir savaş verildi ülke adına. Ortada düşman kalmadığına inandıkları anlarda da, uzaydan gelen yaratıkların dünyayı işgaline başlandı. Tabii ki ilk işgal edilen ülke Amerika’ydı. Bütün bir kıta düşman çemberiyle sarılmıştı sanki… Nihayet 11 Eylül sonrasında, gerçek düşman bulundu. Kitlesel silahlara sahip Irak!

Kapitalizmin her yere yaydığı ölüm korkusu, bu olayla birlikte Amerika’da paranoyaya evrildi.

Poe’nun öykülerindeki soylu sınıfının ölüm korkusu, halkın her tabakasına yayıldı artık. Maalesef henüz bu korkuyu yok edecek bir kahraman da bulunamadı.

*Kaynak: Edgar Allan Poe-Bütün Hikayeleri / İthaki Yayınları

Sanat Cephesi / 14, Nisan-2007

Hiç yorum yok: