18 Mart 2010 Perşembe

"Dünyayı Anlamanın Kara Duygusu" ve Cengiz Kılçer Şiiri



‘…Dürüstçe itiraf etmem gerekiyor: sanatı ve özelde şiiri politikaya hizmet aracı olarak görüyorum, bu şiirin ve sanatın bir üstyapı olduğunun da altını çiziyorum. Dolayımlı olarak da şiiri büyük insanlıktan ayıramayacağım bir varlıkbilim ve etik sorunu olarak algılıyor ve şiirle bu tez üzerinden ilişki kuruyorum. Bir hesaplaşma veya yüzleşme yapmak gerekiyor sanırım. Şiirin ancak düşünce alanında kendi tamamlanma hareketi içinde gerçeklik kazanabileceğini gösteren diyalektik sürecini, şair 'ben'in dışsallaşması ve dışsallıktan gene kendi içine dönmesinin 'ya da kendini yutan bir yılan' simgesi olarak yorumlamak mümkün. Günümüzde yazılan verili şiirlerin özellikle öne çıkan ve gündem oluşturan temalardan mümkün mertebe uzakta kalmaya çalıştım ki, hepsi demem haksızlık olur, bağışlanmamı diliyorum; ama tüm şairler-şiirler sanki aynalı lâbirentlerin içinde dolaşmaktaydı. Pek de bir manâ taşımayan, gündeme getirilmesinden ne yarar umulduğu anlaşılamayan şiirlerdi bunlar ve biraz sanki herkes birbirini taklit ve tekrar ediyor gibi geliyor bana. Yine bağışlansın lütfen çünkü şiir psikolojik kusmuktan başka bir şeydir. Bilmiyorum acaba kaç şair kardeşim ‘‘temizlikçi kadınlar için ilmühaber” yazdı? Kapitalizmin doğasına içkin olarak endüstri kültürelleşiyor kültür de endüstrileşiyor. Bunun dışında asi ve ihtilalci kalan neredeyse tek sanat disiplini olarak yine şiir kalıyor.’

Yukarıdaki satırları Cengiz Kılçer’in Varlık’ta çıkan söyleşisinden alıntıladım. Bu paragrafın okuyucu için iyi bir referans noktası oluşturabileceğini düşünüyorum. Çünkü karşımızda politik bir şair var.


‘Adaklar ve Şarkılar’ Kılçer’in ikinci şiir kitabı. İlki, 1999 yılında Dünya Kitap Ödülü alan ‘Çöl Takvimi’. Şairin şiirsel deneyimi ve gelişimini ortaya koyabilmek adına, yola ‘Çöl Takvimi’ ile çıkmak gerekiyor.

‘Çöl Takvimi’ 38 kısa şiirden oluşmuş bir ilk kitap olmanın yanında, ‘Adaklar ve Şarkılar’ a giden yolun da başında durması nedeniyle önem arz ediyor. Örneğin; Kılçer’in son kitabında sıkça yer verdiği dizelerdeki karşıtlık ilkesi ‘Eski dekor/yeni sahne’ , ‘Eski bıçak/derin yara’ dizeleriyle ilk kitabında da karşımıza çıkıyor. İleriden geriye doğru bir değerlendirme yanlış olabilir fakat şairin önce ikinci sonra ilk kitabını okuduğum için bu geri dönüşlerin mazur görüleceğini umuyorum. Dikkat çeken başka bir ayrıntı da, şairin, özellikle kitabın son şiirlerinde 2. çoğul kişiye seslenmesi:

‘İsminizi acıyla bitişik düşmüşler kış defterine […] silahları başkalarının seçtiği rulette / hep siz hayatta kalırsınız / ve bilinmez / aynanıza atılan taş / ne zaman ulaşır içinizdeki göle. (Mühür)

‘Hiç ihtimal kalmamıştır / bunu bilirsiniz / ama inanmazsınız / yağmur dinlenmeksizin yağar / ikinci kez karşılaşılmayan / mümkünsüzlükler şehrine / ellerinizdeki çivi deliklerine (Size Rağmen)

‘Yüreğinizi başka bıçaklarla denersiniz / oysa bir işe yaramayacağını bilirsiniz / yine de denemekten utanmazsınız / unutamazsınız o yarayı / o bıçağı (Gider)

‘Hiçbir tenha yoktur / pusulalar ararsınız teninize (Gidebileceğiniz)

‘Bir uçurumun kapısını aralarsınız / düştüğünüz yer / aynı uçurumdur (Hep)

‘Sinemaya gidersiniz/bir sizin bir de hiç rüya görmeyen/yer göstericinin ağladığı filmler seyredersiniz (Bazen) , ‘Uyur etinizdeki bıçak’ (Kıyısız) ,

‘Kalakalırsınız / şifresini çözemediğiniz hayatın eşiğinde (Hiç İhtimal Kalmamıştır)

Bu seslenişin bilinçli bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü aynı sesleniş ‘Adaklar ve Şarkılar’ da da benzer yoğunlukta olmasa bile, mevcut. Yazının başında röportajından alıntı yaptığım şair, politik söylemini ilk kitabında biraz daha arka planda tutmuş ama, elbette, göz ardı etmemiş. ‘…Ki’ şiirinde bunun güzel örneklerinden birini sunar: ‘Çözersem tılsımını / Musevi nakışlı yağmurların / dönerim belki / cesetlerimize tükürülen kül yurduna / kör mavisi bir denizin / kilitli kuyularından / koynumda yine aynı tufanın pusuları.

Şairin ilk kitabı üzerinde durmamın sebeplerinden biri de; ikinci kitap için aradan geçen sekiz senede şiirine kazandırdığı ivme ve daha da siyasileşen, emeği temel alan söyleminin ağır basması. Ancak, şiirlerin hemen hepsinde gözlemlenen kırılgan bir duygusallık ve bunun getirdiği karamsarlık havasının çok fazla erozyona uğramaması.

‘Adaklar ve Şarkılar’ 23 şiirden oluşuyor. Yukarıda belirttiğim sekiz yıllık süreç, Kılçer’in dilini daha lirik, kısa şiirlerinin yerini görece uzun, söylemini ve kurgusunu daha keskin hale getirmiş. Şiirlerin toplamında kullanılan; 41 kere ‘ölü/ölüm’, 26 kere ‘kan’, 6 kere ‘intihar’, 8 kere ‘cenaze’, 14 kere de ‘uçurum’ kelimelerini tercih etmesi yine yukarıda belirttiğim karamsarlığın erozyona uğramamasının hatta daha da belirginleşmesinin bir göstergesi sayılabilir. Keza, ‘jilet kesiği, bıçak kesiği, kesik bilek’ de sıkça kullanılmış. Bu kelime dağılımı da bize şairin 90’ların şiir dilinden uzaklaşmamış bir kurguyla şiirlerini yazdığı sonucunu verebilir. Ancak, görmezden gelinmemesi gereken en önemli nokta, Kılçer’in ‘Çünkü biz yoksulluğun en yüksek liyakat nişanıyla onurlandırıldık’ , ‘Kurban ve çığlığı henüz para getiren bir işe dönüşmemişken / bizi bağışlayacak bir yürek var mıdır? / karanlıkta ve kargışta / işsiz ve sağanak altında bir sinema kuyruğunda’ , ‘Bağan bir dil kullandığım söyleniyor şiir piyasalarında’ diyecek kadar cüretkâr ve samimi bir dilinin olduğudur.

Bu tercihin olumlu ve olumsuz yanları ise tartışmaya açıktır. Kılçer’in yukarıda da alıntıladığım ‘bağan dil’ göndermesi bu anlamda önemlidir. Şairin kullanmayı tercih ettiği dil, elbette bir ustalık gerektirir ve şiirlerinde bu ustalığını sunar okuyucusuna. Ama aynı zamanda şairin politik tavrı ve ampirik bilgisini okuyucuya tam olarak anlatamama riski de vardır. ‘Adaklar ve Şarkılar’ kitabında felsefe, mitoloji, sosyoloji ve politik bağlamda çok sayıda gönderme vardır. Bu çok net biçimde, şairin entelektüel birikiminin eseridir. ‘Hamparsum’ isimli şiiri de bu sonuca örnek olarak verilebilir : ’Sonsuz olan dirim değil ölümdür / Düşünmek yalnızlığın dolunay hali / Düşünürdüm hep / Uyuyan koruları ve sessiz akan nehirleri. Ancak, bu dili ve göndermeleri herkesin aynı biçimde algılaması beklenemez. Adorno’ya, Benjamin’e veya Yedi Uyurlar’a yapılan göndermelerin okuyucuya bir sözlükçe veya dipnot olarak açıklanmaması da okuyucunun işini zorlaştırabilir. Tersinden düşünürsek, dipnot veya sözlükçede yer alan verileri okuyan şiir dostunun, biraz da merak duygusuyla yeni dünyalara ve dünyayı yeniden anlamaya başlaması işten bile değildir.

Yazının başından beri tekrarladığım bir şey var: Politik Söylem. Cengiz Kılçer’in kaleminden okuyalım: ‘Eylülün kana bulanmış bıçaklarında / Yani bir dizi operasyon sonucunda / Kan hiç aklıma gelmeyecekti oysa […] Bir ölünün ki kadar uzamasaydı tırnaklarım / Pankartların kızıl kumaşıyla / Çenemi bağlamasalardı / Kan hiç aklıma gelmeyecekti oysa […] Dünyanın bütün suçlarını işledim / Yine işlerim / Ve elbet bilirim / Bir gün buluşur aynı siste kaybolmuş çocuklar / Geçip gittikleriyle kalmazlar.

Bir meydan okuma şiiridir ‘Sır’. Öfke ve umudu harmanlayıp, geleceğe hazırlar dikkatli bir okuyucuyu. ‘Karanlığı yarasına basan trikotajcılar, yanyana yatan kardeş mezarları, ekmek ve tuz üzerine ettiği yeminleri bozan üzgün bir cüce, kurşun askerler vurmadan kendisini mendiliyle asan çocuk yüzü, 943’de Tatavla’da tentürdiyot içerek intihar eden tütün işçisi kız, erkeklerinin denizden dönmesini bekleyen kadınlar, yoksul ve işsiz laternacı, elini buz yakan bulaşıkçı kız’ bu söylemin, tavrın ve emeğin yüceliğinin çeşitliliğini sunar bize.

‘Hangi oyun sonuna kadar masumdur ki / hayat işte herkesin kendine ördüğü bir koza / hayat işte herkesin kendine ördüğü / çıkamadığı bir koza’ (Trapez) diyen Kılçer, şiirleriyle de kendine bir koza örer ve içinden çıkmak için yoğun bir emek harcar. Birçok şair kadar üretken olmamasının sebebi de bu duyarlılık ve dilin lirizmini kurabilmek içindir. Örneğin; Kuzeyyıldızı dergisinde yayınlanan ‘Temizlikçi Kadınlar İçin İlmühaber’ şiirinin üzerinde bazı değişiklikler yaptıktan sonra ‘Adaklar ve Şarkılar’da okuyucuya yeniden sunmuştur. Aslında şairin derdi, kendi yanlızlığını, bungunluğunu, hayal kırıklıklarını ve ideolojisini paylaşmaktır. Umutsuzluk ve ikili ilişkilerdeki yıkıntılar, çağının gereği olarak aktarılmaya çalışılır. Çoğunluğun aksine ‘ben’ci bir anlatımdan uzak durması ‘ben, en bela mı bela zamirimizdir çünkü demeyiz’ dizesiyle de şairin tercihini olumlar.

Sonuç olarak, ‘Çöl Takvimi’ nden sonraki sekiz yıllık sürecin Kılçer’in şiirine ustalık ve lirizm kattığını, ilk kitabındaki şiirlerin aksine, daha sık dize tekrarlarıyla ve şiirlerini tersten kurgulamasıyla bir farklılık getirdiğini söyleyebiliriz. Zor olanı seçmenin risklerini almak isteyen şair, şiirinin nereye gideceğine dair cevabı da, yine kendisi tarafından ileriki yıllarda bize verecektir. Belki de elinde bir zar vardır ve atılmayı beklemektedir.

Sanat Cephesi / 29, Eylül-2008

Hiç yorum yok: