5 Ekim 2011 Çarşamba

İntihal Üzerine Monolog

Ülkenin gündemi “şike soruşturması”nda ortaya çıkan şikelerle çalkalanırken; siyasi gündem kovboy filmlerindeki çalılar gibi durmadan yuvarlanırken; Hulki Aktunç ve Didem Madak’tan sonra Seyhan Erözçelik’i de birkaç gün önce kaybetmişken ne monologu, diyeceksiniz. Sonuna kadar da haklısınız. Benim de böyle bir yazı yazma isteğim yoktu. Üstelik, siyasete ve şair hüzünlerine; Platini’nin TFF’ye attığı kazıktan, intihal tartışmalarına uzanan bir gündeme kendimi bırakmak isterdim. Fakat okuduğum bir yazı ve bazı tesadüfler sayesinde, aldım klavyeyi elime. Yazmasam, Sait Faik gibi “çıldıracaktım”.

Murathan Mungan son kitabı Şairin Romanı’nda; bilge bir şair olan Moottah çırağı olan Serhanas’a şu öğüdü veriyor: “Eski zamanlarda şair kavimleri içinde birbirine düşman birçok kavim bulunurdu. Birbirlerinin kelimelerini öldürürlerdi. Birbirlerini kelimelerle öldürürlerdi.[...] Cenk şairi olmaya karar verdiğinde mürekkebin kan olur Serhenas. Kelimelerin kan olur. İçin buna hazır mı? Kendi kanını seyreltmeden, başkasının kanını akıtabilir misin? “

Kan akıtma değil tabii ki amaç. “Usta” da olsa, birilerinin karşısına dikilebilme cesareti; kelimeleri öldürmek değil, habersiz çoğaltılmalarına karşı bir itiraz...

Lafı fazla uzatmayayım…

Bir tür şike olan “intihal” tartışmalarında taraf mısınız? Değilseniz ve intihali “metinlerarasılık” diyerek meşrulaştıran edebiyat eleştirmeni ya da okuyucularındansanız, bu monologlar canınızı sıkacaktır:

1) Kitap kapağında maço poz veren Cemaatçi Hanım’ın son romanı intihal suçlamasıyla karşı karşıya kalınca, İnci Gibi Dişler’in yazarı Zadie Smith destek verdi kendisine. Gel gör ki, Smith de kendi romanını başka bir romandan esinlenmemiş mi? İşte edebiyat diyesi geliyor, insanın... Bunu diyen edebiyat üstadları da var zaten. Hatta bunlardan biri pos bıyıklarıyla tanınır. Bu üstad, çıkardığı edebiyat dergisinde intihal ile ilgilenmediğini, bunun metinlerarasılık olduğunu duyurdu bize. Duymayanlar için ise, televizyon programında bu cemaat gülünü konuk etti. Sorular o kadar akıl açıcıydı ki, muhtemelen kuliste kendisinden imza da almıştır.

İnci Gibi Dişler’in çevirmeni Mefkure Bayatlı ne demişti intihal için: “Bu kadarı tesadüf olamaz. Zadie’nin kitabını şablon olarak örnek almış, aileyi Türk yaparak bir kitap yazmış. Konuyu basitleştirmiş. Özellikle pencere hikâyesindeki benzerliği aklım almıyor. On tane öyle paralel hikâye yazılabilirdi ama pencere hikâyesi paralel bile olmamış. Buna intihal denir. Uyarlama gibi bir şey olmuş. Esinlenmeyi aşmış. Hiç şaşırmadım. Dünya edebiyatını bir tek onlar takip ediyor, kimse bilmiyor diye düşünüyorlar. Ama Türkiye’de edebiyattaki başka kitaplardan etkilenmeleri, yapılan intihalleri araştıran ve bilen insanlar var.“

2) Konu konuyu, aşırma başka aşırmaları açıyor. İlk aklıma gelen 1999 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alan “Kılıç Yarası Gibi”. Ahmet Altan, o dönemler cinsel fantezilerini ön planda tuttuğu için, Taraf diye bir gazete ortada yoktu, neyse ki… Gerçi Taraf’ın da fantezi haberler üreten Bulvar gazetesinden bir farkı yok! Vücudunu sergileyen transparan kadınlar yerine, üfürmelerini sergileyen asparagas erkekler var, ağırlıkta. E,onların da birer alıcısı var demek ki. Arz ve talep… Taraf’ın intihalcilerinden birine birazdan geleceğim. Yani bir tür “monologlarasılık” yapacağım.

“Kılıç Yarası Gibi” ile Ercüment Ekrem Talu’nun “Kodaman” romanı; yine Altan’ın “Aldatmak”ı ile Arthur Hailey’in “Tekerlekler” ve Alberto Moravia’nın “Kıskançlık” romanları arasındaki benzerlikler meraklı okuyucuları beklemekte. Orhan Pamuk’u da atlamamak lazım, değil mi? “Beyaz Kale” romanı ''Pedro'nun Zorunlu İstanbul Seyahati''nden aşırılmıştır; “Benim Adım Kırmızı” ise Norman Mailer'den. “Kar”ın Dostoyevski’nin hangi romanından esinlenildiği ise bir “uzmanlık sorusu” değildir. Neyse ki, Türk edebiyatı bu tartışmaları arkasında bıraktı. Hatırlamak bile istemiyor. Çünkü edebiyat âlimleri, intihali meşru kılmak gibi bir misyon üstlenmiş… “Çalma” işi ise sanatın ve akademinin rutin uygulaması sayılacak kadar pervasızca yapılıyor.

3) Bir önceki sayıklamamda hakkını veremediğim bir isim vardı: Mehmet Baransu. Taraf’ın seri üretim asparagasçılarından. Her şeyi bilen adamlara yakıştırılan bir sözcük vardır, çok severim: “herbokolog”.

Mehmet Baransu’yu tek kelimeyle tarif eder… Bugüne kadar kaç haberi yalanlandı, saymadım. Ama “Yoldaş General” haberini hatırlarsınız. Şike soruşturmasının da popüler bilirkişilerinden zaten, farkındasınızdır. Neyse, işte bu herbokolog Mehmet Baransu’nun “Mösyö, Hanefi Avcı’nın Yazamadıkları” isimli bir kitabı var. Bu zat-ı şahane, intihalde Ahmet Altan hocasını bile geçecek bir pervasızlığa imza atıyor.

Asım Bezirci’nin “Orhan Kemal” kitabının önsözünü, kendi kitabına koyup altına imzasını atıyor. Şaka değil, cahillik hiç değil. Düpedüz hırsızlık. Asım Bezirci’nin önsözü şöyle:

“Dışardan bakınca insanı güldüren bir tiptir Bekçi Murtaza. Tutkuları onu bir an bile rahat bırakmaz. Sürekli bir kavganın içindedir. Çevresindeki insanlarla, bazı bazı bütün insanlarla ailesiyle, yakınlarıyla, hatta kendisiyle bile boyuna çekişir; kavga eder; inandığı doğrulan kabul ettirmeye ve hemen uygulatmaya savaşır. Çevresiyle bu yüzden zıt düştüğünü görmez mi? Görür, ama aldırmaz. Dediklerinin yüzde yüz doğru olduğuna öylesine inanmıştır ki, ölüm gelse onu yolundan alıkoyamaz. Bütün dünyaya savaş ilân etmiş bir Don Kişot'tur o.

Bu kişiliğiyle Murtaza alkışlanmaya değer, yüce biri gibi görünür. Günümüzde az rastlanır türden bir idealisttir. Özveriyle çarpışır; karşılığında hiçbir şey beklemez. Daha doğrusu "âmirleri"nin bir iki tatlı sözüyle dünyaları kazanmış kadar duygulanır; mutlu olur. Ama Murtaza'nın kişiliğinde öyle bir nokta vardır ki, onun gerçekten bir kahraman, çağdaş bir kavgacı olmasını önler, önce Murtaza bütün gerçeklere gözünü yummaktadır. Toplumun, toplumda geçerli olan düzenin yanında yer alanların ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir bir kez. İnsanları en kaba çizgilerle iki ana bölüme ayırmıştır: Zenginlerle yoksullar.. Bütün zenginler, okumuşlar, kravatlılar iyi, çalışkan, Tanrı'nın sevgili kulları, dolayısıyla da onun "âmirleri"dir. Murtaza kendini onlara adamıştır.
Burada içinden çıktığı toplum katını küçümseyip kendi çevresinin kişilerini horlayan yığınla insanın Murtaza'da somutlaşmasını izleriz. Murtaza kendinin de yoksul olmasına aldırmaz görünür. O öteki yoksullar gibi değildir çünkü. Onlar gibi olmadığına inanmak zorundadır. Onun için de elbise, kahramanlık, soylu atalar gibi yoksulluğunu unutturacak değer yargılarının arkasına sığınır.
Romandaki Murtaza, sonuna kadar uyuyacaktır. Hayallerinin ardarda yıkıldığını görür; acılar içinde kıvranır, trajik bunalımlar yaşar; suçu gene de kendi dışındakilerde arar. Orhan Kemal İle Ulvi Uraz'ın sıkı işbirliği sonunda ortaya çıkan Murtaza ise birdenbire gerçeği görür. Silkinir. Ömrü boyunca uyuduğunun bir anda farkına varır. Oyun da burada sona erer. Bundan sonra Murtaza ne yapar bilinmez. Büsbütün yıkılır mı? Yoksa o inatçı, o dik kişiliğiyle bu kez doğru bir kavgaya mı başlar?... Ama bir umut kapısı açılmıştır hiç olmazsa.[…]”

Bu da etik gazeteci Baransu’nun kitabındaki önsöz:

“Dışardan bakınca insanı güldüren bir tiptir Bekçi Murtaza. Tutkuları onu bir an bile rahat bırakmazken, sürekli bir kavganın içindedir. Çevresindeki insanlarla, bazı bazı bütün insanlarla, hatta ailesi ve kendisiyle bile boyuna çekişme halindedir. İnandığı doğruları kabul ettirmek ve hemen uygulatmak içinse hep savaş içindedir. Çevresiyle bu yüzden zıt düşse bile aldırmaz. Dediklerinin yüzde yüz doğru olduğuna öylesine inanmıştır ki oysa.
Bu kişiliğiyle Murtaza alkışlanmaya değer, yüce biri gibi görünür ama kendisini tanımayanlar için! Amirlerinin bir iki tatlı sözüyle dünyaları kazanmış kadar duygulanır, mutlu olur. Fakat Murtaza'nın kişiliğinde öyle bir nokta vardır ki, onun gerçekten bir kahraman, çağdaş bir kavgacı olmasını önler, Murtaza bütün gerçeklere gözünü yummaktadır çünkü. Toplumun, toplumdaki geçerli olan düzenin yanında yer alanların ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir bir kez. İnsanları en kaba çizgilerle iki ana bölüme ayırmıştır: Zenginler ve yoksullar.. Bütün zenginler; okumuş, kravatlı, aynı zamanda çalışkandır. Allah’ın sevgili kulları, dolayısıyla da onun "âmirleri"dirler. Murtaza kendini onlara adamıştır artık.Bu arada, içinden çıktığı toplum katını küçümseyip kendi çevresinin kişilerini horlayan yığınla insanın temsilcisi bir bekçidir.

Murtaza, kendisinin de yoksul olmasına aldırmaz görünür birde. O öteki yoksullar gibi değildir hakeza. Onlar gibi olmadığına inanmak zorundadır nedense. Onun için de üniformasının sağladığı kahramanlık, soylu atalar gibi yoksulluğunu unutturacak değer yargılarının arkasına sığınmasına sebeptir. Hayallerinin art arda yıkıldığını görür, acılar içinde kıvranır, trajik bunalımlar yaşar; suçu gene de kendi dışındakilerde arar; aynen Hanefi Avcı’da olduğu gibi. Görünen o dur ki Avcı bu kez kendisinin avı olmuştur.

Orhan Kemal’in Murtaza’sının hikâyesi nasıl mı bitiyor? Sonuna kadar hayata karşı uyuyarak. Mehmet Baransu /Kasım 2010, İstanbul”

4)Yaşadığı şoku atlatamayan iç sesler için kısa bir Wilson Mizner arası verip, kendimize konuşmaya devam edelim. Şöyle diyor Mizner:
if you copy or steal from one, its called plagiarism(bir yerden kopyalar ya da çalarsanız; intihal)
if you copy or steal from two,its called evaluation(iki yerden kopyalar ya da çalarsanız;değerlendirme)
if you copy or steal from many,its called research(daha fazla yerden kopyalar ya da çalarsanız; araştırma)

5) Araştırma demişken, ÖSYM Başkanı Ali Demir’in, Peter Latzke'nin yazdığı makaleleri “Teknik ve Tekstil” dergisinde bir yazı dizisi olarak, kendi yazmış gibi göstermesini unutacak mıyız? Ya da, YÖK’ün, AKP'nin Milli Eğitim Bakanı yaptığı Ömer Dinçer'e beş yıl önce verdiği “akademik hırsızlık” nedeniyle öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasını? Fakat bu ceza mahkeme kararına rağmen yine YÖK tarafından kaldırıldı. Yani, intihal, MEB nezdinde meşru kılındı! Aynı, çok bilir edebiyatçıların “metinlerarası” saçmalığıyla meşru kıldığı gibi… Hal böyleyken, intihalci ve savunucularının AKP’den farkı yok diyebilir miyiz? Deriz, çünkü bir kısmı sultan sofrasına çok önceden oturdu; kahvaltılar yapıldı.

6) Sesli düşünüyorum. Başka neleri unutmayalım? Edip Cansever’in, Ergin Günçe’nin dizelerini film ve dizilere isim yapanları; başkalarının yaptığı röportajlardan kendi cevapları gibi copy-paste yapan şairleri; Agora Kitaplığı’nı… Takip edenler bilir, Agora’dan çıkan Lenin’in “Ne Yapmalı?” çevirisinin daha önce Sol Yayınları'ndan çıkan çevirinin “intihali” olduğu ortaya çıkmıştı. Durumu ortaya çıkaran Erkin Özalp ve Ali Mert’in sunduğu kanıtları internetten bulabilirsiniz.

Bir de şunu unutmamak gerekiyor bence. Bu işe bir kere bulaşanlar, bir şekilde ortaklık ettiği, beraber çalıştığı kişileri de etkiliyor galiba. Taraf gazetesi örneğini yukarıda verdim. İkinci bir örnek daha vereyim: Agora’nın çıkardığı “Mesele” dergisinde de yazan bir arkadaş var. Derginin Temmuz sayısında, “Anarko-Müslümanlığın Plaza Çocukları: Afili Filintalar” isimli bir yazı yazmış1. İyi hoş da; bu makalede söylenenleri ve tespitleri üçü Şubat’ta http://kultur.sol.org.tr portalında ve Birgün gazetesinin 19.03.2011 tarihli Kitap Eki’nde 4 makaleden oluşan bir dizi olarak yazmıştım. Mesele’deki arkadaş, bu tarihten sonraki yazılan birkaç güncel konuyu ekleyerek yazının sosunu hazırlamış, bu da güzel. Peki, bir yazı hazırlanacaksa, aynı konuda daha önce ne yazıldığı araştırılmaz mı? Cevabı size bırakıyorum.

Özeleştiri zamanı…

Maalesef bu yazıda, yeni bir şey söyleyemedim. Edebiyatla ilgilenen pek çok kişinin bildiği noktalar bunlar, farkındayım. Ama böyle bir edebiyat ortamında –intihal hükümet nezdinde bile meşru iken- yeni bir tartışma ve gündem yaratmak yetmiyor. Bir de yazdıklarınızı ve kimler tarafından ne şekilde kullanıldığını takip etmeniz gerekiyor; ne acı.

Niyetim, Bianet isimli sitede çıkan bir “Afili Filintalar” güzellemesine2 karşı eleştiri ve cevap hakkımı kullanmaktı, başka bir yazıya kaldı.

1-http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1312894750&year=2011&month=08&day=09#.TkJvNfvFBEU.twitter

2- http://bianet.org/biamag/diger/132091-politik-tahakkum-disinda-bir-edebiyat

01.10.2011 - Birgün Gazetesi Kitap Eki

Hiç yorum yok: