5 Ekim 2011 Çarşamba

Bir Cemaat Projesi: Afili Filintalar

Bu bir “blog” değil, “blog üzerinden cemaatleşme” yazısıdır.

“Afili Filintalar”ı yaklaşık bir ay önce http://kultur.sol.org.tr adresinde incelemeye başladım. Şu ana kadar üç yazı yayınlandı*. Bu işe girişirken de meramımı şöyle dile getirmiştim: “Geçen sene bu aylarda açılan ‘Afili Filintalar’; hızlı blog takipçileri ve edebiyat çevreleri tarafından bilinir. Cemaatçilikten liberalliğe, postmodernizmden sola uzanan bu geniş yelpazede, “ayrı dünyaların insanı” olan bu kadar yazar, çizer, gazeteci ve yönetmeni bir arada tutan şey nedir? Öyle ya, özellikle sol görüşlü aydınların bile aynı yayında, aynı yerde (söyleşi, panel vb.) bir arada durmaktan imtina ettikleri bilinir ve eleştirilirken, farklı kaygıları olan bu insanlar nasıl olup da ortak bir projenin öğesi olabilirler? Kaldı ki, bu bir araya gelişin saikleri arasında sadece “kültür-sanat” olmadığı da açık olarak görülmekte… Bir “ideolojiler” savaşında baskın taraf olabilmek ya da kendini ifade etmek, burada yazmak için yeterli sebep olabilir mi?

Bu soruların cevabını verebilmek için, “blog”da yazan bazı isimleri yakından incelemek, üretim aşamalarında hangi yolları izleyerek geldiklerine; bir taraftan geçmişte yaptıkları işlere bakarken, diğer taraftan şu anda neler ürettiklerine ve bu üretimin temas ettiği zemine dikkat çekmek istiyorum.”

“Afili Filintalar” Nedir ve Kimlerden Oluşur? 

Murat Menteş, Onur Ünlü, Hakan Albayrak, Samed Karagöz, Alper Canıgüz, Murat Uyurkulak, Emrah Serbes, Murat Zelan, Gökhan Özcan, Meltem Gürle ve daha pek çok ismin bir araya geldiği sitenin ismi tahmin edebildiğim kadarıyla Murat Menteş’in “Dublörün Dilemması”nda geçen bir çeteden esinlenmiş. Sitenin sol köşesinde yer alan “Çete Büyüyor” ibaresinin altında ise bahsettiğim romanın ya da bir zamanlar Hakan Albayrak’ın Nihat Genç ile birlikte çıkardığı “Çete” isimli derginin etkisi olduğunu düşünüyorum. 

Dublörün Dilemması’ndaki okul çetesi okuldaki hocalarına “posta koyan”; kuytularda sıkıştırıp döven; tuzağa düşürüp kafalarından aşağı boya döken öğrencilerden oluşuyor.”Kazulet de, ben de işte bu manyak albinonun kurduğu Afili Filintalar çetesinin üyesi olacaktık!”(s.126)

Çete isimli dergi ise dört sayı sonra yayın ömrünü tamamlamıştı. Yıllar sonra başka bir ekip tarafından tekrar çıkartılıp, yine aynı sonla noktalandı.

Yazının girişinde bahsettiğim “blog üzerinden cemaatleşme” savımı somutlandırmak için, bazı “çete” üyelerinin birbirleriyle ilişkisini biraz daha detaylandırmam gerekiyor…

Hakan Albayrak: Çete’nin “ağır abi”si. Yeni Şafak yazarı; Gerçek Hayat dergi/gazetesinin kurucularından; Dublörün Dilemması’nın arka kapağında kitap yorumu var.

Murat Zelan: Gerçek Hayat kadrosundan. “Amerika Diye Bir Yer Yok” isimli kitabını Hakan Albayrak’a ithaf etti.

Gökhan Özcan: Gerçek Hayat kadrosundan. Yeni Şafak yazarı…

Samed Karagöz: Yeni Şafak’ın kanalı TVNET’te Murat Menteş ile birlikte “Klark” isimli programın sunucusu (program artık yayınlanmıyor).

Alper Canıgüz: “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ın yazarı; Dublörün Dilemması’nın kapağında poz verenlerden biri…

Onur Ünlü: Dublörün Dilemması’nda poz veren üç kişiden ikincisi.(üçüncü kişi de başka bir Afili Filinta olan Gökdemir İhsan Gürsoy) Sevgili abisi Hakan Albayrak’ın da bulunduğu Mavi Marmara gemisine methiyeler düzen; kobrasıyla! İsrailli kadınlara haddini bildiren bir cengâver! 

Murat Menteş: Amerika Diye Bir Yer Yok’un editörü; Gerçek Hayat kadrosundan; Klark isimli programın sunucusu; Dublörün Dilemması’nda Onur Ünlü’ye ve Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın 5 yaşındaki kahramanı Alper Kamu’ya romanında yer vermiştir.”İhtiyarların hepsi kambur… Bölünerek mi çoğalıyorlar ne? Fonda kısık sesli bir radyo yayını: ‘Şimdi de ahtapot evcilleştirme sanatının piri Alper Kamu’nun, Cinci Hoca Müntekim Gıcırbey ve özel dedektif Ah Muhsin Ünlü (Onur Ünlü’nün müstear ismi-h.ç) için seçtiği akademik nitelikli bir şarkı geliyor…”(s.58)

Bu kadarla sınırlı değil elbette…”Çete” olmanın bazı ortak noktaları da olmalı. Bunun cevabını bulmak için Dublörün Dilemması’nda ellerinde silah ile poz veren üç kişiye; Afili Filintalar sitesinde yine ellerinde silah ile poz verenlere, Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın kapağında elinde su tabancasıyla ağzına nişan alan çocuğa; yayında olduğu sürece Klark programında birbirlerini konuk etmelerine ya da Murat Menteş başta olmak üzere röportajlarında birbirlerini ağırlayıp, ürün tanıtımlarını yapmalarına da bakmak gerekiyor.

Pop Kültür, Putlaştırma ve “Yeşil Entelijansiya”nın Postmodernizm’le İmtihanı

Başlıkta geçen terimlerin tarihsel gelişim süreçlerini uzun uzadıya inceleyerek okuyucuyu sıkmak niyetinde değilim. Bunun yerine “çete” üyelerinin bugüne kadar neler ürettikleri üzerinden örneklendirmeler yapıp, başlıktaki terimlere denk düşen yanlarını ve okur kitleleri üzerinde bıraktıkları etkileri ele almaya çalışacağım. Afili Filintalar’ın birer üyesi olan ve yazının son bölümünde değinmek istediğim Murat Uyurkulak, Emrah Serbes ve Meltem Gürle’yi şimdilik bu başlığın dışında tutmak istiyorum.

Orhan Pamuk’un 1990’da yayımladığı “Kara Kitap” üzerinden yürüyen postmodernizm tartışmalarında Orhan Koçak’ın şu değerlendirmesi zihin açıcıdır: “…görünürdeki anlamın ötesinde başka bir şey aramak gerekmez, başka bir deyişle; öykünün yüzeydeki ögelerinin oynaşmasına, birbirine bağlanarak yeterlidir. Yorum oyundur, bestecinin bize sunduğu notaları birbirine bağlamak, partisyonu seslendirmektir; ama bu notaların ardında bir anlam aramak ya da bu notaları sahici sanmak abestir.” (Aktaran: Nüket Esen, Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim)

Peki, sahici sanmamız istenen nedir?

Alper Canıgüz’ün romanı “Oğullar ve Rencide Ruhlar”a bakalım: 5 yaşındaki Alper Kamu (Albert Camus mezarında ters dönüyor); boyundan büyük laflar eden ve cinayet aydınlatan bir roman kahramanı olarak sunuluyor okuyucuya. Kitabın ilk cümlesi; ” Beş yaş insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar.” Kahramanımız annesini tanımlıyor: “Annem, sokaktan geldikten sonra elini ayaklarını yıkamadan selam versen ev mikropların istilasına uğrayacak sanır. Ablalarının hepsi ondört onbeş yaşında kocaya giderken annem otuz yaşına kadar evlenmemiş. (pek övünür bununla nedense). Cinsel hayal kırıklıklarını hijyenle telafi etme alışkanlığını bekâr geçirdiği o yıllarda edinmiş olsa gerek.” Absürtlükler bununla da bitmiyor. Sayfalar ilerledikçe 5 yaşındaki çocuğun Nietzsche, Oğuz Atay ve Dostoyevski üzerine ahkâm kestiğine; intihar konusunda camdan atlamanın hap içmekten evla olduğunu söylemesine ve bitirim ağızlarına tanık oluyorsunuz. “Fast Food” kültürü kitap sayfalarından akıp giderken; beşinci sınıf bir polisiye kurgu ve “sürpriz katil” zorlamalarından bunalırken, özellikle genç okuyucuların övgü ve hayranlık kelimelerini duyup, şaşırıyorsunuz. Madem kitabı ilginç yapan bir çocuk karakteri; Pal Sokağı Çocukları, Sefiller ya da Salka Valka, deyince, tepki alamıyorsunuz. Bu sefer şaşırmıyorsunuz. 

Dublörün Dilemması’nda da farklı bir durum yok. Teşbih fetişizmi daha da ağır basıyor. Bu roman da “Adamın sol yanağında Nike amblemi şeklinde bir yara izi vardı.” cümlesiyle başlıyor. Arada sos niyetine yedirilen İslami betimlemeler, şeyh ile konuşmalar, ayet alıntıları sıkça tekrarlanıyor. Ankebût Suresi’nden alıntı (s.15); “Ben Cuma namazına gidiyorum. Bir saat içinde dönerim”(s.114); “Ya Rabbim, bizi Hazreti Muhammed’in hatırına yarattın, onun hatırına yaşat.”(s.115); “Erenköy’deki dergâhın küçük, eşyasız odasında şeyhimle baş başayız.”(s.121); Hud Suresi’nden alıntı(s.142); “İki rekât namaz, bir günlük oruç yanında paranın bir değeri yok, bilesin.”(s.152)

İnternet ortamlarında ve sözlüklerde! düzülen övgüler ise gerçekten hayret verici. Bu teşbih ve kelime oyunlarından ibaret çılgınlığa tapanlar mı dersiniz; bu adam Türkiye’nin Dostoyevski’si, diyenlere mi rastlarsınız; Murat Menteş’i okuduktan sonra artık hiçbir roman ve romancı beni tatmin edemez, diyen, pervasızların cahilliğine mi yanarsınız, bilmiyorum. Ancak, ortada ciddi bir estetik yetersizliği ve “putlaştırma” sorunu olduğunu görmezden gelemeyiz. 

“Biri boynuma enjektörle tımarhane sıvısı boşaltıyormuş gibi yavaşça kapatıp açtım gözlerimi.” (s.16); “Ağustos güneşi, patlamış bir düdüklü tencerenin fırlayan kapağı gibi İstanbul’un tavanına yapışmıştı.” (s.19); “Penaltı düdüğü gibi çalan telefona elimi sürmedim.”(s.41)

Alıntıları sayfalarca uzatmak mümkün. Benzetmeler için kullanılan “gibi” lerin haddi hesabı yok. (Neyse ki Terry Eagleton Türkçe bilmiyor.)

Soruyu tekrarlıyorum: Sahici sanmamız istenen nedir?
Komşusunun köpeğini çalıp fidye isteyenler mi? Başkalarının kılığına ve kimliğine girerek para kazananlar mı? Umur Samaz ve eşi Su Samaz; Nuh Tufan; İbrahim Kurban; Ferruh Ferman; Dilara Dilemma ve pek çok garip ara karakter mi? Tarantino özentisi kitap kapakları ve kanlı aksiyon anlatımları mı?

Yazanın zekâsı ve teşbihleri bir eserin “edebi” olması için yeterli mi?
“...öyle türsel bir problem yaşanmaktadır ki, herhangi metnin bir öykü mü, bir deneme yahut bir roman mı olduğu hatta bunun bir isminin olup olmadığı konusunda bile ciddî sorunlar yaşanmaktadır” (İsmet EMRE, Postmodernizm ve Edebiyat, Anı Yayıncılık, s. 88) 

Hakan Albayrak, Murat Zelan, Gökhan Özcan’ın kitaplarına; Onur Ünlü’nün şiirlerine ve yazdığı senaryolara ya da çektiği filmlere bakınca hep aynı şeyi görüyorsunuz: Ümmetçilik.

“Sol Kültür”de yayınlanan yazılardan sonra e-posta yoluyla epey eleştiri aldım. Bazılarına cevap vermeyi bile gerek görmedim. Bu gelen mesajların ortak noktalarından biri “Mavi Marmara” konusuydu. “Hakan Albay-Rock” posteri arkasında bir araya gelen onlarca aydını görmezden geliyor ve yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalıp, ideolojik yaklaşıyormuşum. Bunu hiç inkâr etmedim. Çünkü gerici bir ideoloji ile savaşıyoruz. Ülkenin gerçek yurtseverleri kışın ortasında Filistin’de yapılan katliamın ardından İsrail Konsolosluğu önünde çadır kurup nöbet tutarken, İslamcılar tekbir atıp gittiler. Geçiniz bu “insanlık dramı”nı, hamaset edebiyatını.

Ancak beni düşündüren başka bir şey var…

“Tol” ve “Har” gibi iki başarılı romanın yaratıcısı Murat Uyurkulak; “Her Temas İz Bırakır”, “Son Hafriyat” ve “Erken Kaybedenler” kitaplarını severek okuduğum Emrah Serbes ve bu gazetenin yazarlarından biri olan Meltem Gürle’nin gerici, cemaatçi, eli silahlı maço bir “çete”nin üyesi olmasını anlamlandıramıyorum. 

Sol’un Sağ ya da Milli Görüş ile yan yana gelmesinin sebebi nedir? Samed Karagöz’ün bana gönderdiği e-posta’da belirttiği sebepler şunlar:
“Bizim Afili Filintalar’ı kurarken belirli bir kaç amacımız vardı.
1- Afili Filintalar'ı, sözü dinlenir, yazdığı okunur kişilerin bir aradalığını önemsediğimiz için kurduk.
2- Kültür, sanat, düşünce ortamlarındaki saçma sapan ideolojik bölünmelerin önüne geçmek istedik. Çünkü bence ilişkilerin merkezinde ideoloji değil sanat vardır/ sanat olmalıdır.
3- Biz asla yayılmacı bir politika izleyelim, bizden olmayanları yok sayalım, bizim ideolojimize ters olanların yazdıklarını, yaptığı şeyleri görmezden gelelim demedik. Böyle bir amacımız olmadı.
Müslümanla ateistin, darvinistle marksistin, liberalle anarşistin arkadaş olmasından daha doğal bir şey görmüyorum ben. Hepimiz aynı topraklarda yaşıyoruz. Aynı havayı soluyoruz. Karşımızdakini anlamaya çabalamazsak, böyle gelmiş böyle gider dersek, şu'cular böyle yapmıştı bunların hepsi aynı yaklaşımından vazgeçmezsek elimize ne geçecek? Koca bir hiç.”

Bu saikler saydığım ve saymadığım isimleri bir arada tutuyor demek ki. Uyurkulak, Serbes ve Gürle’nin yazdıkları tabii ki sol bir hassasiyet ve değer taşıyor. Fakat, bu gerici güruhla bir arada olmanın, yan yana poz vermenin, “çete” üyeliğini kabul etmenin sebebi nedir? İdeolojik bir karşı duruş sergilemek, Adnan Menderes’in devrimci! sayıldığı durumlarda ağızlarının payını vermek mi? İyi de, bunun için o kümenin bir öğesi olmaya gerek yok ki! 

Afili Filintalar’ı Yeni Şafak’tan, Zaman’dan, Gerçek Hayat’tan ayıran isimlerin, parlatılmış Yeşil Entelijansiya’nın ekmeğine yağ sürmekten ve kendilerini meşrulaştırmalarına izin vermekten vazgeçmesi gerekmektedir. Bir süre sonra isimleri, diğer isimlerle beraber anılmaya ve kaynaşmaya başlayacaktır. O zaman “arkadaşlık” yetmeyebilir.

* http://kultur.sol.org.tr/makaleler/huseyin-cukur/bu-filintalar-gercekten-afili-mi-1-hakan-albayrak-596

http://kultur.sol.org.tr/makaleler/huseyin-cukur/bu-filintalar-gercekten-afili-mi-2-onur-unlu-ah-muhsin-unlu-610

http://kultur.sol.org.tr/makaleler/huseyin-cukur/bu-filintalar-gercekten-afili-mi-3-631

19.03.2011 / Birgün Gazetesi Kitap Eki

Hiç yorum yok: