5 Ekim 2011 Çarşamba

Bu filintalar gerçekten afili mi (2): Onur Ünlü (Ah! Muhsin Ünlü)

“Şiir kişileri uyutmak için değil, uyandırmak için yazılır.”
Thomas Tranströmer

Onur Ünlü’yü 1992-1998 arasında çıkan Şizofrengi dergisiyle tanıdım. “Muhsin Ünlü” müstear ismiyle şiir yazardı. Yanılmıyorsam Dergâh dergisinde de görüldü. 1993-1998 arasında yazdığı şiirleri “Ah Muhsin Ünlü” olarak “Gidiyorum Bu” isimli kitapta topladı.

Şiirleri ve sıra dışı imgelemi özellikle üniversite gençliği tarafından ilgiyle karşılandı ve kitap uzunca bir süre şehir efsanesi olarak dilden dile yayıldı, hakkında methiyeler düzüldü. Olmazdı böyle bir şiir; böyle bir şiir zekâsı çığır açıyordu literatürde…

Oysa, müslümanlığı bir marka ya da bir rozet gibi göstere göstere taşıyan bir şiirbaz vardı karşımızda ve bu övgüleri sıralayanlar, muhtemelen Ece Ayhan ve Cahit Zarifoğlu’nu tanımıyorlardı ve hem öykünmenin; hem de, Gidiyorum Bu’nun ilk sayfasındaki egonun farkında değillerdi: “Tekrar şiire başlamak için uygun koşulların oluşmasını tevekülle umuyorum.”

Uygun şartlar oluştu, birazdan değineceğiz. Peki, bu “uygun” şartlar oluşana kadar ne yaptı Ah Muhsin Ünlü?

“…Biz her şeyin çok kolay olacağını düşünüyorduk. Paralar gelecekti ve biz paralarla film çekecektik. Paralar gelmediği gibi, gitmeye, bitmeye başladı. Can havliyle 1997 kışında biz televizyon senaryoculuğu işine bulaştık. Ben bu arada ite kaka şiire devam ediyordum. Fakat daha sonra profesyonel iş hayatı can sıkmaya başladı ve artık enikonu televizyon yazarı olma noktasına gelmiştik. Bir tercih yapmak durumundaydım artık. Bir yandan televizyona senaryo yazıp öbür yandan da şiirler uğraşmak olmuyordu. Olmaz, olmadı, olmayacak. Sünnetullah'a aykırı. Yapılıyor ama işte galiba iyi olmuyor. Şimdi ahkâm kesmek istemiyorum ama. Anlatabiliyor muyum? Çok kimse hem profesyonel reklam ya da televizyon yazarlığı yapıp hem de şiirle uğraşıyor. O ikisinin bir arada durmaları mümkün değildi; 1998'de şiiri bıraktım. 1993'te şiir yazmaya başlamıştım ve 5 sene uğraşmıştım. 5, yuvarlak bir sayı. Neyse, bitti işte. Son şiiri de yazık bitirdik, bağladık çok şükür.” (Kılavuz Dergisi, Murat Menteş röportajı, 2003)

Künyesinde ismi geçen dizi ve filmlerden bazıları: 5.Boyut-Senarist (Samanyolu); Deli Yürek-Senarist (Show); Acemi Müezzin-Yönetmen (TRT); Polis-Yapımcı, Yönetmen, Senarist; Güneşin Oğlu-Senarist, Yönetmen; Beş Şehir-Senarist, Yönetmen.

“Polis”i oynayan Haluk Bilginer’in (Musa Rami) film içindeki dini göndermelerini, Onur Ünlü’nün “Bankası” filmi için Kültür Bakanlığı’ndan 325 bin liralık desteği nasıl alabildiğini ve bu film ve dizilerin sinema tarihi bakımından değerlendirme işini sinemacı arkadaşlara havale ediyorum.

Fakat bir nokta var ki, atlamamamız gerek: Kendini adadığı, uğruna şiir yazmayı bıraktığı işi bile eleştiren bir derviş ile karşı karşıyayız!

"Bence sinema sanatıyla bir şey anlatılamaz. Sinema ona uygun değil. Çok büyük laflar etmeye uygun bir form değil. Neticede eğlencenin bir parçası. İnsanlar eğlenmeye gidiyorlar. Ağır bir durum yok ortada. Bence sinema o kadar önemli bir şey değil kendi başına."

Gelelim Ah Muhsin Ünlü’nün dilin deformasyonu üzerine temellendirdiği şiirlerine ve bu şiirlere giden yolu bulmaya…

İlk okunduğunda imge kullanımı ve teknik olarak farklı gelen ama iyi bir şiir okuyucusu için bile yazması oldukça kolay; mümin fanatizminin dışından bakıldığında ise, matbu kalıpları olan ve her şiire uyan! bir yapısal çürümüşlük ve obskürantizm (bilmesinlercilik) ile muhatap olmaktayız. Nâzım Hikmet’in “Düşman Estetik”i tam da buraya oturmaktadır.

(…) Semerkandı denetleyen bir dedektif mor / Yar göğsüne salmadığım şu pürüz sicim / Sakis dahi peşindedir bir Kur’an’ım vor / Eh onu da siyah kotumla giyeyim Rabbim! (Karıcığım Bana Eroin Koya)

(…)İşi bıraktım / Artık aynaya da bakmıyorum / Çünkü / İlân etmek; / Seccadeyi aynı anda kendi gırtlağına da uygulamaktır.(Senin Bıraktığın Yerden Allahû Ekber)

(…)Ve Allah’ı bir de anarken fotoğraf çektirmek için / Bir zencinin kaburgasında yıkandığım tay! (Bisiklet ve Allah)


Gidiyorum bu / Bir kaplanın işlek kısımlarını çok yüksek seviyede / Tahlil de eder / Oksijen körükten ayrı tutulur padişah / Yüzüğündeki zehri hatırlar / Anne çöker iş gücü / Tartışmasız mescid kor. (…) (Kablo)

(…)Allah hakkında bir fikir verirdir diye / O gün okula gelmeyen kızlar lojmanlara dolsundur / Ve yine, o gün okula gelmeyen kızlar lojmanlara dolsundur(…) (İncil Çalınmaları ve Türkiye)

(…)Tekhnem dolu müfsidle! / Bu da caddelerden derviş devşiregelmeme mani değildir.(…) Ayakkabılarını kapımın önünde görmek istiyorum! / Çünkü bu / Seni seviyorumun içine nal salmak demektir.(…) (Yaşasın! Ne Kadar İdeolojik Yaklaşıyoruz Birbirimize)

Lümpen İslamcılar bu dizelerden sınıfsal bir çıkarıma varırlar mı ya da Ünlü’nün ampirik bilgisini nasıl alımlarlar bilmiyorum ama, ben bu yazılanlardan bir şey anlamıyorum. Belinski’nin meşhur beş maddelik estetik tanımına bir daha baktım, yine anlayamadım. Ölüme tapmayı vazeden ama bunu yazarken ya da filme çekerken, ölüme tapanları da kazıklayan; postmodern, gerici, ırkçı ve maço bir tavır seziliyor bu satırlardan. Kusmak istiyorum.

“Eğer yazar egemen sınıfa bağlıysa, toplumu da onun çıkarlarına uygun olarak yansıtacak, okurlarının beğeni, ahlak ve inançlarını tutucu bir dünya görüşüyle yoğuracaktır. Toplumun değişmediğini, değişmeyeceğini ve değişmesinin gereksizliğini telkin edecektir” diyor, Asım Bezirci. Modern şiir diye yutturulmaya çalışılan bu dizeleri okusa acaba ne derdi?

Sevdiğim bir paragrafı da George Thomson’dan alıntılamanın tam zamanı: “…Burjuva şiiri toplumsal değişim için gerekli olan köklerle ilgisini yitirmiştir. Özü kısırlaşmış, etki alanı daralmıştır. Bir halkın, hatta bir sınıfın sesi olmaktan çıkmış, dar bir arkadaş çevresinin uğraşı olmuştur şiir. Burjuva ozanı sanatına yeni bir yön vermeyi başaramazsa çok geçmeden şiirlerini okuyabileceği kendinden başka kimse kalmayacaktır çevresinde.”

Aynı maço tavra Afili Filintalar sitesinin isminde ve fotoğrafında rastlamamız da tesadüf değil. Soldan dördüncü sırada poz veren Ünlü; elinde silahıyla Rezervuar Köpekleri’ne gönderme yapıyor herhalde! (Üç kadın yazarının sonradan eklenmesi de bu durumda bir değişiklik yaratmamış gibi görünüyor.)

Çok uzattığımın farkındayım ama bu ırkçı ve maço tavrın belki de en aşağılık örneğini veren Onur Ünlü’nün “Mavi Marmara” için önce yazdığı, sonra, gelen tepkiler üzerine özrü kabahatinden büyük bir yazıyla(http://www.afilifilintalar.com/ah-o-gemide-ben-de-olsaydim ) siteden kaldırdığı şiirinden(!) birkaç dizeyi de yazmak gerekiyor. Önce yazıp, sonra özür dilemek islâmi edebiyatın bir şartı ya da entelijansiyasının sosu mu acaba? (bkz. Hakan Albayrak yazısı: http://kultur.sol.org.tr/makaleler/huseyin-cukur/bu-filintalar-gercekten...)

(…) O gemide ben de olsaydım eğer / Kobrayı salardım Aştot’a, meğer / İsrail’li bütün kadın faşistler modern Türk şiirine doysun da doysun. (Ah O Gemide Ben De Olsaydım)

Modern Türk şiirini kobrasıyla(!) temsil eden bir şairimiz var. Üstelik, Yeni Şafak’ta gördüğü haber üzerine ilk şiir kitabını yayımlayan, blog’daki arkadaşlarına ve abisi Hakan Albayrak’a laf edilmesin diye yazdığı küfür dolu dizeleri geri çekecek kadar da vefalı ve ince! (http://www.afilifilintalar.com/kardeslerim-alin-size-ankara%E2%80%99dan-...)

Yeşil renkli entelijansiya, adam sıkıntısı çekiyor… soL küLtür’de uzun süre devam eden bir tartışma vardı, hatırlarsanız: ‘Sanattan solu çekersek geriye ne kalır?’

Cevap işte burada, Abdurrahman Çelebi’nin yeşil entelijansiyasında!

24/02/2011 - http://kultur.sol.org.tr/makaleler/huseyin-cukur/bu-filintalar-gercekten-afili-mi-2-onur-unlu-ah-muhsin-unlu-610

Hiç yorum yok: