28 Ekim 2011 Cuma

Reenkarnasyon Kulübü Üzerine Kısa Bir Deneme








“Reenkarnasyon Kulübü”, kollektif bir çalışma olan “5.Sanattan 5.Kola”yı saymazsak, Kaan Arslanoğlu’nun on yedinci kitabı; on birinci romanı.

Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesinde başlayan roman, 20.yüzyılın başından günümüze, ülkenin içinden geçtiği politikaya bir paralellik çiziyor ve Taksim’deki 1 Mayıs mitinginde son buluyor.

Kaan Arslanoğlu örgütlü bir yazar. Örgütlü olmasının ve politikayı ne kadar iyi takip ettiğinin nüvelerine hemen her sayfada şahit oluyorsunuz. Reenkarnasyonu, yaratıcı bir fon olarak romanın omurgasına çakarken, Mustafa Kemal Atatürk ve İbrahim Kaypakkaya’nın reenkarne olan bedenleri üzerinden tarihe ip atlatıyor. Daha da önemlisi, kendi kafasına takılan ve dert ettiği konulara dair bu iki önemli kişilik üzerinden cevaplar arıyor. 

Psikiyatri de burada ön plana çıkıyor. Çünkü Arslanoğlu’nun tüm romanlarında karakter analizlerini ve çelişkilerini bir doktorun ağzından, edebiyatımızda alışık olmadığımız bir bilimsellikle okuyoruz. Bunu ne kadar başarabildiğini bir kenara bıraksak bile, böyle bir cesareti her eserinde göstermesi ve “çoksatar” olmayacağını bildiği ve böyle bir derdi olmadığı halde bu yola baş koyması saygıyı hak ediyor. Bu, aslında, bugüne kadar hak ettiği değeri görmediği anlamına da gelmektedir. Doğru veya yanlışlığından önce, yazarın tüm kitaplarında başarabildiği kendi özgün tezleri ve doktorluğunun da getirdiği farklı değerlendirme kriterleri yeteri kadar tartışılmadı, edebiyat çevrelerinde…

Reenkarnasyon Kulübü, roman dilinden feragat edip, günlük konuşma dilini vaat ediyor. Daha ikinci cümlede şahit oluyoruz: “Sonrasında yaşayacaklarımı, o gün, daha ilk karşılaşmamızdan önce sezmiştim. Kitap okuyucuları artık ilk tümcesi yoğun anlamlı, derin göndermeli romanlara ilgi duyuyor.” Böyle bir ironiyle başlayan roman, sözcük oyunlarından hoşlanan okuyucular için de bir uyarı niteliğinde… Ancak ilerleyen satırlarda karşılaşacağımız günlük dil, beraberinde bazı handikapları da getiriyor. Örneğin, yedinci sayfadaki “Nâzım’ın bahçesinde oturuyor, gelecek kişiyi bekliyorum” cümlesi, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ni ve bahçesini bilmeyen okuyucular için havada kalıyor.

Yazar, kendi karakteriyle, “psikiyatrist anlatıcı” olarak karşımıza çıkıyor. Reenkarne olduğunu savunan ayakkabıcı Enver Usta ve itikadı kuvvetli Serhat ile yaşadığı hasta-doktor diyaloglarını, bu karakterler üzerinden de siyaseti kurguya başarılı bir şekilde yediriyor. Buna benzer bir denemeyi “Memleketimden Karakter Manzaralı” isimli kitabında da deneyen Arslanoğlu, orada da “yazar-düşünür-psikiyatrist” olan üç ayrı karakter üzerinden ve onları konuşturarak edebiyat ve siyaset dünyasına sert eleştiriler getiriyordu.
Reenkarnasyon Kulübü’nde ise, Memleketimden Karakter Manzaraları’ndaki kadar sert eleştiriler yerine, çelişki içinde debelenen insanlara, kendini de bu eleştirilerden soyutlamadan değiniyor. 

Mustafa Kemal’in (Enver Usta) ağzından Sovyetler Birliği ve Lenin değerlendirmeleri yaratıcı olduğu kadar, bazı detaylara girip, yani konunun sınırına kadar gelinip de geri dönülmüş izlenimi de veriyor, okuyucuya. Burada ince bir sınır çizgisi var. Postmodern ve “çoksatar” romanlar okumaya alışmış insanlar, sınır çizgisinin neresinde duracakları konusunda tereddüt yaşayabilir. Keza romandaki psikiyatrist karakteri, doktorluğu, daha çok yazarlığını beslemek için kerhen yapıyormuş imajı yaratabilir okuyucuda.

Romanda çok güzel ve anlamlı bulduğum ince detay ve göndermeler de var. “Partili” karakter Ferdi’nin ağzından örgüt ve sol eleştirileri; yine Ferdi’nin ağzından, dine bağlılığı yüksek Serhat’ın “artık solcu olamayacağı” konusundaki önyargılarının boşa düşmesi; sevgililerin internet sohbetlerindeki imlâ hataları; Mustafa Kemal’den reenkarne olduğunu iddia eden Enver Usta üzerinden güncel Kemalizm eleştirileri;  Enver Usta’nın ’68 kuşağı mensubu ve Beykoz Kundura’da işçi olması; Serhat’ın aynı topraklarda doğduğu “İbrahim Kaypakkaya” olması ve birinin dinci, diğerinin devrimci olmasının yarattığı zıtlıklar, romanı daha da önemli kılıyor.

Reenkarnasyon Kulübü’nü, Mustafa Kemal’in ağzından Vahdettin’i, Mustafa Suphi’yi, Lenin ve Sovyetler Birliği’ni okumak; İbrahim Kaypakkaya’nın ağzından çektiği işkenceleri ve faşizmi öğrenmek istiyorsanız okumalısınız. Öğrenmek istemiyorsanız da, okumayı denemelisiniz. Çünkü elimizin altında özgün ve akıl açıcı yanları ağır basan, ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan, kelimelere takla attıran ya da başka romanlardan “aşırılmayan” bir eser var. 

Kaan Arslanoğlu, yanıtını bulmak istediği, kafasında soru işareti olan birçok konuya açıklık getirmeye çalışmış. Bu konu zenginliği gözünüzü korkutmasın. Eminim ki, daha fazla konuyu tartışmaya açmak istemiş ve pek çoğunu elemiştir. 

Bundan sonraki kitaplarında da böyle denemeleri bekleyeceğiz, beklemeliyiz.

Hiç yorum yok: